Ergenekon’un zorlu yolu
Ergenekon sanıklarının davası nihayet başladı ve bu biraz gürültülü bir başlangıç oldu. Umulur ki, ilk gün mahkemede yaşanan karışıklık ve düzensizlik daha sonraki aşamalarda giderilir. Davanın ciddiyeti bakımından buna gerçekten ihtiyaç var.
Türkiye’de demokrasiye yönelik ciddi bir tehdidin üstesinden hukuk yoluyla gelme iradesini yansıtması bakımından bu dava son derece önemlidir. Aslında sadece Türkiye’nin demokrasi iradesine yönelik kronik bir potansiyel tehdidin kısmen su yüzüne çıkan bir görüntüsüyle ilgili olsa da, usulünce yürütülmesi halinde bu dava yine de demokrasimize ciddi katkılar yapabilir. Demokrasiye ‘kronik tehdit’ derken neyi kastettiğimi, 10 Temmuz’da yine bu sütunda yayımlanan ‘Ergenekonlar Nedendir?’ başlıklı yazımda daha önce açıklamıştım.
Bu dava demokrasimizin pekişmesine gerçekten de hizmet edebilir. Eğer anayasal ve demokratik olarak meşru bir yönetimi hedef alan Ergenekon komitacılığı hak ettiği karşılığı görürse, bunun o kronik potansiyel tehdidin orta ve uzun vadede zayıflamasına katkıda bulunacağı açıktır. Böyle bir sonuç gelecekte benzeri hukuk dışı yollara sapma eğilimi taşıyan başkaları için de şüphesiz caydırıcı olacaktır. Öte yandan, bu tehdidin üstesinden hukuk yoluyla gelinmesi ise daha da anlamlı olacak ve Türkiye’nin ‘demokratik hukuk devleti’ olma yolundaki yürüyüşünü güçlendirecektir.
Ama daha önce dikkat çekmiş olduğum bir noktayı tekrar hatırlatmak isterim: Hayal kırıklığına uğramak istemiyorsak, bu davanın, devlet içindeki demokrasi karşıtı hukuk dışı örgütlenmeyi ‘sivil’ uzantılarıyla birlikte tamamen ortaya çıkarabileceği gibi aşırı bir ümide kapılmamak gerekiyor. Ergenekon davasının bu konuda vaad edebileceği sadece kısmi bir başarıdır. Aksini ümit etmek, hem Türkiye’deki ‘derin devlet’i küçümsemek, hem de devletin meşru kurumlarında bile ‘hikmet-i hükümet’çi zihniyetin hakim doktrin olmasının bu tür örgütlenmeleri kolaylaştırdığı gerçeğini göz ardı etmek olur. Başka bir anlatımla, Ergenekon’ları bertaraf edebilmek, çok büyük ölçüde, Türkiye’deki hakim devlet konseptini tasfiye etmeye bağlıdır.
Meselenin bir zorluğu da ceza koğuşturmasının ve yargılama tekniğinin özelliğiyle ilgilidir. Açıktır ki, bir kişinin ceza hukuku anlamında ‘suç’ işlemiş olmaması onun kamusal moralite açısından masum olduğunu göstermeyeceği gibi, yargılama tekniği açısından kanıtlanamamış olsa da gerçek olan eylemler olabilir. Bir hukuk devletinde bu gibi durumlarda elbette ilgililere müeyyide uygulanamaz, ama yine de biliriz ki ‘büyük resim’ onları da içermektedir. Ergenekon davasında da manzaranın aşağı yukarı böyle olacağından emin olabilirsiniz.
Onun içindir ki, eğer mahkemeye ille de ‘büyük resmi’ ortaya çıkarma kaygısı hakim olursa, bu, yargılamayı adil olmaktan çıkarabilir. Böyle bir durum sanıkların haklarına bir tecavüz teşkil edecegi gibi, bu aynı zamanda tuzağa düşmek de olur. Çünkü, adil olarak yürütülmüş olmayan bir davanın ulaştığı sonuçlar üzerinde şüphe olacağından, böyle bir durumda gerçekte suçlu olanlar bile kendilerini pekalá masum gösterebilirler. Bu da Ergenekon sempatizanlarının zaten baştan beri yaymaya çalıştıkları ‘bu iş bir palavradan ibarettir’ havasını pekiştirmekten başka bir işe yaramaz.
Pazartesi günü yapılan ilk duruşma önümüzdeki ‘uzun, ince yol’un sadece başlangıcıdır. Bilelim ki, sanıklar ve avukatları davayı çıkmaza sokmak ve kamuoyu nezdinde ciddiyetini sarsmak için hukuki olan ve olmayan her yolu deneyeceklerdir. Medyanın da bir kesimi buna zaten tesnedir. Her şeye rağmen, davaya bakan yargıçların sabır ve tahammülü elden bırkmamaları ve adil yargılamadan taviz vermemeleri gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.