Çanakkale stratejisi
Çanakkale,
Son yüzyıldaki direneğimiz, vahşi ve barbarlara karşı.
İstikbale, yetişecek kahramanlara muştucu ve kaynak,
Dünyanın kaderinde bir dönüm Çanakkale.
Ve…
Bize İstiklal Harbimizi ve istiklalimizi
İstikbalimizi bahşetti şehid kanları…
Tıpkı Bedr’in imanımızı kurtardığı gibi.
Dünün ebedi ve ezeli sevgilileri bırakmadı bizi,
Yarınlara Osman Gazi’nin Ulu Çınarı gibi dal budak salalım diye yeniden.
Dirilelim ve doğalım tekrar beşeriyetin makûs talihine,
Su serpelim ezilen ve sömürülen insanlığa diye…
Terk ettiler yurtlarını da, cennet mekânlarını da,
Koştular ve Mehmed’i kucakladılar,
Yine yalnız komadılar.
Rahman ve Rahim olan O mübarek erleri yalnız mı koyar hiç?
Bazen korkuyu unutturdu Mehmed’e, bazen de
İngiliz Taburları, inen bulutla bulut oldu.
Mehmed, diril!..
Diril artık tıpkı Çanakkale’deki deden,
Sakarya boğazındaki mermi taşıyan ninen gibi..
Ayağa kalk!...
Ateşte İbrahim,
Firavun sarayında Musa,
Kâbe önünde mahzun ama emin ol…
Bedir’deki gibi yiğit,
Malazgirt Ovasında kefen giydiğin gibi yürekli,
İstanbul Surlarındaki gibi sabırlı ve atılgan..
Allah seninle, güven ve sığın dostuna.
Unutma! Karşılığı dünyada bekleyen,
Ebedîleşemez…”
Çanakkale ile ilgili yazılanlar genelde Türk Askerinin kahramanlığı ile ilgilidir. Gerçekten de her anı, her cephesi ayrı bir kahramanlık destanıdır. Bu konu diğer araştırmacılarca da inceleneceği için yukarıdaki girişten sonra konunun stratejik boyutu ve Harp Tarihimizdeki yerine değinmek istiyorum. Burada bir tuzaktan da bahsetmek istiyorum. Son zamanlarda yazılanlar, muharebe sahasını gezdiren sözüm ona Türk rehberler, bir emekli generalimizin oğlunun da çektiği film, hep diyor ki, “Çanakkale centilmenlik savaşıydı.” İyi de kimin centilmenliği? Taaa dünyanın öbür yanından gönüllü bizimle haçlı savaşı yapmaya gelmiş Anzak’ın mı? Askerlerine moral olsun diye Sargı yerimizi (şehid ve yaralı toplanan ilk yardım yeri) bombalatıp 15 dakikada 5000 yaralı Mehmed ve doktorumuzu şehid eden İngiliz Generalinin mi? Ya da Kimyasal top mermisi atan vahşi batılının mı? Ordularımıza maalesef komuta ettirdiğimiz, acımasız Alman Subaylarının centilmenliği mi? Konu dışı ama Kudüs düşünce müttefik Alman ve Avusturya halkı bayram yapmıştı.
Çanakkale’de centilmenlik te neymiş, önce bu kelime Türkçe değil, sonra ve daha da önemlisi, sadece Müslüman Türk Askerinin, cesaret, sabır, dayanıklılık, itaat ve düşmana gösterdiği merhamet hissinden söz edilebilir. Çünkü O imanı neyi emrediyorsa burada da öyle hareket etmiştir.
Ayrıca, Gazi Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki şu ifadesini de yazmak gereklidir. “Karşılıklı düşmanla siperler arasındaki mesafemiz 8 metre. Yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına düşüyor. İkincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şâyân-ı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz, öleni görüyor, üç dakikaya kendi öleceğini biliyor, hiç ama hiç, ufak bir tereddüt göstermiyor, sarsılmak yok! Okuma bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayân-ı hayret ve tebrik-i misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.’’
Şair de diyor ki;
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”[1]
Tarih, bir toplumu millet haline getirir, millet olduğunun bilincine vardırır. Bir millet; topluluk haline, güruh haline getirilmek istenirse, onun tarihi ile ilişkisini kesmek yeterlidir. Bir güruhu, bir topluluğu millet haline getirmek için de ona tarih vermek gerekir. Bu nedenle, “Tarih toplumun hafızasıdır” denir. Hafızasını kaybeden kişi nasıl kimliğini unutursa, durum milletler için de aynıdır.
Günümüzde zengin ülkeler, özellikle de ABD gibi tarihi olmayanlar, tarih bilinci oluşturabilmek için çok para harcamaktadırlar. TV’de, sık sık ilgisi olmadığı halde bizim de seyrettiğimiz, bize de öğretilen film ve diziler, bu düşüncenin ürünüdür.
Tarihleri Türk Milleti gibi köklü ve eski olan milletler ise, milli kültürlerini sürdürebilmek için tarihlerini çok iyi değerlendirmelidirler. Unutmayalım, “Kendi tarihlerine direnenler, başkalarının tarihlerini dilenirler.”
Askeri açıdan tarihle ilgili önemli bir ifade de şöyledir: “Tarihi bilmeyen coğrafyayı değerlendiremez. Coğrafyayı bilmeyen tarihi anlayamaz; her ikisini bilmeyen ise asla strateji belirleyemez.”[2]
Büyük tarih felsefecisi ve jeopolitiğin babası sayılan İbni Haldun[3] ise şöyle der: “Tarih bir ilimdir ki, onunla eski kavimlerin adetlerini, geçmiş devirlerin ahlâk şartlarını, Allah’ın peygamberlerinin talimlerini, çökmüş, dağılmış devletlerin siyasetlerini öğrenebiliriz. Böylece bir araya getirilmiş olayların yardımıyla bize uygun gelen yolu seçebiliriz.” İbni Haldun bu değerlendirmesini şu veciz ifade ile özetler: “Suyun suya benzediği gibi, hal geçmişe benzer.” Bu ifadelerden şu sonuca varabiliriz. Hâlihazır durumu değerlendirmek, geleceği görmek tarihi bilmekle mümkün olacaktır.
Tarih bilmek, tarihini bilmek…
- Tarih geçmişteki olaylardan ders alınarak, gelecekteki olaylara yön vermeyi sağlar;
- Tarih, kişisel deneyimi arttırır, bilgiyi çoğaltır ve bunların sonucu olarak insanı muktedir kılar;
- Milli şuur, milli tarih bilgisiyle oluşur. Millet olmanın vasıflarından biri de tarih birliğidir;
- Muzaffer komutan veya başarılı devlet adamı olmak engin tarih bilgisini gerektirir;
- Olaylara sağlıklı teşhis, insanlığın tarihi gelişimini bilmekle mümkündür.
“Tarih milli kahramanlığın geliştirilmesi için en büyük menbadır. Yetiştirme cihazının başında bulunanlar, bundan hakkı ile istifade edebilirse milletin her ferdi birer kahraman olur ve o milletin sırtı asla yere gelmez.”[4]
Harp Tarihi ise, Geçmişteki harpleri tahlil ve tenkit ederek neticesi üzerine tesir etmiş olan sebep ve faktörleri araştıran, tatbik edilmiş olan prensipleri inceleyen ve bunlardan dersler çıkaran bir ilimdir. Faydalarına gelince;
- Stratejik ve Taktik Esasların Geliştirilmesini Sağlar.
- Harp Sanatını Öğretir. “Harp tarihi komutanların kadavrasıdır.”[5] Timur, başarısını şöyle ifade eder. “Padişahların (Komutanların) hal ve hareketleri, nutukları ve amelleri benim için büyük bir tecrübe kaynağı oldu.”
- Süratli Karar Verme Yeteneğini Geliştirir - Anî Mukabele:
- Liderlik ve Karakter Eğitimi Verir.
- Milli Duyguları Geliştirir. Burada ifade edilen hususlar arttırılabilir. Ancak bizce en temel olan faydaları belirttik.
Birinci Dünya Savaşı…
“Hasta Adam”ın topraklarını emperyalistlerin bölüşme savaşı. Ezeli ve ebedi düşmanlarımızın Âleme Nizam veren büyük devletimizi güçsüz düşürdükten sonra koydukları sıfat, “hasta adam”.
Anadolu’ya Kızıl Elma deyip sürekli göçmüşsünüz. Müslüman olduktan sonra kurduğunuz büyük devletleri, (Timur, Babür ve Altınordu hariç) hep Anadolu merkezli kurmuşsunuz. 1000 yıl önce Anadolu’yu haçlılardan ebediyen kurtarmak için kefen giyip çıkmışsınız Malazgirt Meydanına… Sonra önünüzde Resülullah (S.A.V) Sina’yı geçip Afrika’yı yurt yapmışsınız. Sonra taaaa Hindistan’da Uzak doğuda, Afrika’nın ötelerinde, Asya’da kaleler yapmışsınız İslam halifesi namıyla emperyalist batıya ve onların barbar korsanlarına karşı yöre halkı için umut olmuşsunuz, yürek olmuşsunuz, cesaret olmuşsunuz, medeniyet nurları dağıtmışsınız gittiğiniz her beldeye… Sonra, sonra siz güçsüz düşmüşsünüz de ancak o zaman Çin’de afyon satmışlar haince.
Viyana’dan döndürüldüğünüzden bu yana gerilediğinizi fark edememiş, ettiyseniz de etkin tedbirler alamamışsınız. Türlü türlü zahiri sebepleri var bununda. Belki ham yobaz, belki kaba softa, belki disiplinini kaybetmiş yeniçeri. İşte şimdi Çanakkale’ye dayanmış hainler hem de “Küfür tek millettir.” ikazınca…
Ya iman cephesi?
Kovulmaktasınız Kudüs’ten, Mekke’den Güller gülü’nün evinden kovulmaktasınız İngilizlerle işbirliği yapan kardeşlerinizce… Yemen’de ordularınız kalmış, İngilizler esir askerlerinizi, kireç kuyularına atıyor, gözlerini kimyasallarla kör edip salıveriyor Mısır sokaklarına… Hangi cephelerdeyiz? Yemen mi? Galiçya mı? Kafkas mı? Trablus mu? Düşünün bu gün saydığımız beldelerimizin her biri cetvelle çizilen yapay sınırlarla bölünüp ayrı birer devlet yapılmış, düşünün bir kez daha…
İkinci Viyana kuşatmasından sonra Avrupa’nın bütün hızı ile Osmanlı Devleti aleyhine başlattığı mukabil taarruzu, gittikçe şiddetini arttırmış ve Avrupa’nın fikir hareketleri ile teknik ve teknoloji alanındaki ilerlemelerine yabancı kalan Osmanlı Devleti, bu taarruzlar neticesinde, birçok topraklarını kaybetmenin yanında ayrıca maddi ve manevi kayıplara da uğramıştır.
Rusya’nın Boğazlara hâkim olmak ve Akdenize inmek emellerinden çekinen İngiltere ve Fransa ile aynı ittifak içinde 1853-1856 Osmanlı-Rus seferine katılan devlet, Kırım Harbi’nden galip çıktıktan sonra, yirmibir senelik bir sulh devresi geçirmiştir. Bu süre zarfında Osmanlı Devleti, mali, içtimai ve idari güçlüklerle karşılaşmış ve uygulanan Tanzimat Hareketi de arzu edilen neticeleri verememiştir. Balkanlarda karışıklıklar devam etmiş, Sırbistan ve Karadağ Harpleri ile Bulgar isyanı, Rusya ile Avusturya’nın istila planlarını uygulamalarına fırsat vermiştir.
1877-1878 Harbinde İstanbul önlerine kadar gelmeye muvaffak olan Rusya, 3 Mart l878’de Ayastafanos (Yeşilköy) Muahedesi ile Büyük Bulgaristan’ı kurmaya muvaffak oldu ise de, 13 Temmuz 1878’de toplanan Berlin Kongresi ile, Rusya’nın elde ettiği menfaatleri hafifleterek, Avrupa’da Trakya, Makedonya ve Arnavutluk’un Osmanlı Devletinde kalmasını sağlandı.
Berlin Kongresi’nden sonra, bir ay devam eden ve Osmanlı Devleti’nin galibiyetiyle neticelenen 1897 Yunan Harbi, Doğu Rumeli Eyaleti’nin Bulgaristan ile birleşmesi, Ermeni-Bulgar isyanları, Girit ve Yemen ayaklanmaları dışında devlet, cennetmekân Veli Sultan Abdulhamid Han sayesinde ve O’nun ferasetli yönetimi sonucu 33 senelik bir sulh devri geçirdi. Buna rağmen, Makedonya’da karışıklıkların devam etmesi, diğer olaylar ve ayaklanmalar ile her konuda kendini gösteren dış müdahaleler, uyum sağlanabilmesi için çaresiz geniş tavizler verilmesine ve iç siyasi durumun kötüye gitmesine sebep oldu. Benzer durumlar yaşanıyor şu anda da aslında. Tüm bu tarih tecrübelerinden çıkardığım sonuç; batıyı tavizlerle tatmin edemeyeceğimizi, dinimizi, milliyetimizi ve hatta canımızı istediklerini anlamak güç değil diye düşünüyorum.
Devletin en buhranlı ve hassas olduğu bu dönemde, İtalya fırsattan istifade ederek 1911’de Trablusgarb vilayeti ile Bingazi sancağına baskın tarzında taarruza başladı. 1912 yılında da dört Balkan Devleti aralarında anlaşarak Osmanlı Devleti’ne harp ilan ettiler. Neticede; Batı Trakya, Makedonya, Epir Balkan devletleri tarafından paylaşıldı. Arnavutluk’a istiklali tanındı. Afrika’daki Osmanlı hâkimiyetine son verildi. Ege Denizi’ndeki Osmanlı adaları İtalya ve Yunanistan tarafından işgal edildi. Rumeli’de 7,5 milyon nüfusun barındığı beş büyük vilayet ile Batı Trakya’daki sancaklar, Afrika’da 1,5 milyon nüfusa sahip bulunan geniş bir saha kaybedildi. Bunların dışında Rusya, Ermeni meselesini bahane ederek Doğu Anadolu’ya sahip olmak istedi ve 1914 yılında Osmanlı Hükümeti, Doğu vilayetlerinde ıslahat yapmayı kabule mecbur edildi. [6]
Avrupa politikasına vakıf olan 2’nci Abdulhamid Han, Almanya’ya daha yakın görünmek ve müsait davranmakla birlikte, devletin mukadderatını Avrupa devletlerinin hiç birisine bağlamayı uygun görmeyerek, daha ziyade aralarında mevcut rekabetlerden istifade etmeyi ve bu rekabetlerin neticelerini devletin çıkarlarına kullanmayı bir ölçüde başarmaya muvaffak olmuştur. Mesleki tahsil ve ihtisaslarını Almanya’da tamamlamış olan genç kurmay subay nesli ise, büyük ölçüde Almanya’ya eğilim göstermiş ve her alanda bu devlete dayanmanın ve onunla iş ve kader birliği yapmanın tek kurtuluş yolu olabileceğini düşünmüştür.
Kamil Paşa’nın iktidardan düşürülmesinden sonra, devletin mukadderatına kesin şekilde hâkim olan İttihad ve Terakki Fırkası, esasen askerlerin meydana getirdiği ve ellerinde bulundurduğu bir siyasi teşekkül olduğu için, bu hal devletin dış politikasında da derhal tesirini göstermeye başlamıştır. Dışarıdan gelen müdahale, baskı ve tahriklerin de tesiriyle, içeride de birçok isyanlar ve Müslüman olmayan unsurlarla anlaşmak ve uzlaşmak durumunda kalan devlet yönetimi, Ocak 1914 yılına gelindiğinde, tamamen Talat-Enver- Cemal üçlüsünün eline geçmiş bulunuyordu. [7]
Osmanlı çıkacak büyük savaşın hedefi olduğunu biliyordu. Bu nedenle değişik ülkelerle ittifak arayışlarına girdi. İngiltere, Rusya ve Fransa burunlarından soluyan vahşi hayvanlar gibi Osmanlı’nın düşmesini bekliyorlardı. Dolayısı ile ittifaka yanaşmadılar ve birbiri ile ittifak yaptılar. Bize de Almanya, Avusturya kaldı. Sonucunda bizi sıkıntıya sokacak bir anlaşma imzalandı Almanya ile. Osmanlı-Alman İttifakı, Alman-Rus savaşı başladıktan sonra, yani Almanya için yalnız faydası ve Osmanlı için de sadece zararı olabileceği bir sırada bile bile imzalanmıştır. [8]
Birinci Dünya Savaşı başlayınca Osmanlı Devleti bu ittifaka rağmen hemen savaşa girmeye taraftar olmadı ve tarafsızlığını ilan etti. Ancak her ihtimale karşı da seferberlik hazırlıklarına girişti. Fakat Almanya’nın baskılarına dayanamayan Osmanlı Devleti, 29/30 Ekim 1914’de, Donanmanın Alman Amirali Souchen komutasında Odessa ve Sivastopol Limanlarını topa tutması ile fiilen savaşa katılmış oldu. Bu olay sonucu resmen Üçlü İttifak Devletleri yanında yer alan Osmanlı Devleti, 12 Kasım 1914’de İngiltere, Fransa ve Rusya’ ya savaş açtı.[9]
Yedi düvelle binbir cephede Muharebeler;
Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesi, Avrupa’da başlamış olan savaşın Asya’da yayılmasına sebep oldu. Osmanlı İmparatorluğu bu savaş içerisinde birçok cephelerde çarpıştı.
- Kafkas Cephesi
- Kanal Cephesi
- Galiçya ve Avrupa Cephesi
- Filistin Cephesi
- Irak Cephesi
- Çanakkale Cephesi; İngiltere ve Fransa İstanbul’u alarak, Osmanlı İmparatorluğunu daha başlangıçta savaş dışı bırakarak, müttefikleri bulunan Rusya’ya bu deniz yolundan yardım ulaştırmak, Ruslardan önce Boğazları ele geçirmek ve batı cephesindeki yüklerini hafifletmek için Çanakkale’de bir cephe açmaya karar verdiler. İngiliz Bahriye Bakanı Churchill’in olan bu düşünce, İngiliz ve Fransız gemilerinin 19 Şubat 1915’de Kumkale ve Seddülbahir tabyalarını dövmeye başlamaları ile tatbikat sahasına döküldü.
Çanakkale Savaşları 2 safhada cereyan etmiştir. Bunlar, deniz ve kara harekât safhasıdır.
Deniz Harekât Safhası; 3 Kasım 1914’de 2 İngiliz gemisi Ertuğrul ve Seddülbahir, 2 Fransız gemisi Kumkale ve Orhaniye Tabyalarını 17 dakika süre ile ateş altına aldılar. Bu ilk deniz harekâtıdır. İngiliz ve Fransızlar 19 Şubat 1915’de ve 25 Şubat 1915 tarihlerinde de Çanakkale Boğazı’nı geçmeyi denediler. Bunlar sınırlı ve cebri keşif türünden hareketlerdi. Asıl deniz taarruzu 18 Mart 1915’de icra edildi. Fakat bu deniz hücumunda 3 muharebe gemisi, 2 muhrip, 7 mayın arama gemisi kaybeden itilaf devletleri, amfibi harekâta karar verdiler.
Kara Harekâtı Safhası (25 Nisan 1915–9 Ocak 1916): İtilâf Devletleri’nin; 25 Nisan 1915’de Seddülbahir’e asıl, Arıburnu’na tali ve Kumkale’ye gösteri taarruzu şeklinde donanma desteğinde başlattıkları kara harekâtı, Türk birliklerinin mukavemeti neticesinde sonuçsuz kaldı. Özellikle Mustafa Kemal’in yüksek sevk ve idaresinde cereyan eden Arıburnu ve Anafartalar muharebeleri sonunda itilâf devletleri plânlanan hedeflerine ulaşamadılar. Seddülbahir ve Arıburnu bölgelerinde 3 Km.den fazla ilerleme kaydedemeyen itilâf kuvvetleri, aldıkları yeni takviyeler sonucu 6 Ağustos 1915’de de Suvla Bölgesine çıkarma harekâtı icra ettiler. 9 Ağustos’ta 1’inci Anafarta, 21 Ağustos’ta da 2’nci Anafartalar muharebelerini kaybeden İtilâf Devletleri birlikleri 28 Aralık 1915’de çekilmeye başladılar ve 9 Ocak 1916’da bölgeyi tamamen tahliye ettiler.
Yaklaşık bir milyon insanın mücadele ettiği Çanakkale Savaşlarında İtilâf Devletleri toplam; 38.000 ölü, 142.000 yaralı, Türkler; 55.000 şehit ve 100.000 yaralı vermişlerdir.
Çanakkale Muharebeleri Birinci Dünya savaşının en çetin muharebelerinin olduğu yer olmakla kalmamış aynı zamanda sonuçları itibari ile de Dünya tarihinde derin izler bırakmıştır. Şöyle ki;
1917 Rus Devrimi ve Çanakkale Savaşları; Rusya’da Ekim 1917’de patlak veren Komünist Devrim’e yola açan siyasî ve iktisâdi gelişmeler incelenirse, Çanakkale Savaşları ile bu gelişmeler arasında yakın ilişki olduğu görülür. İki olay arasındaki ilişki öylesine belirgin ve güçlüdür ki bazı düşünürler, Sovyet Devrimi’nin erken gerçekleşmesine yol açan dış etkenler arasında Çanakkale Savaşları’nı başta gelen etkenlerden birisi olarak değerlendirmektedirler.[10]
Ne var ki, tüm bu gelişmelere bakarak; “Eğer Çanakkale Boğazı’na yapılan saldırılar başarılı olsa ve İngiltere ve Fransa Çarlık Hükümeti’nin yardımına koşabilseydi, Rusya’da komünist devrim gerçekleşmezdi…” şeklinde kesin bir sonuca varmak da gerçekçi değildir. Şunu da unutmamak gerekir ki Lenin’i aynı dönemde Almanya’daki Yahudi işadamları güzel bir trenle Rusya’ya göndermekle meşguldüler. Çanakkale Savaşları ve Sovyet Devrimi konusunda şöyle bir sonuca varmak da abartma sayılmamalıdır: Eğer Çanakkale Boğazı geçilse ve Müttefikler, askeri ve ekonomik bakımdan yardımına gelebilseydiler, Rusya deniz ticaretini yürütebilirdi. Churchill’in kendi sözleriyle belirtmek gerekirse; “… Çanakkale’deki yenilgiyle birlikte, Çarlık Rusya’sıyla devamlı ve doğrudan temas kurmak yolundaki bütün umutlar yitirilmiş oluyordu.” Kısaca belirtecek olursak Çanakkale savaşları sonucunda müttefiklerinden yardım alamayan Rusya’da çıkan Bolşevik İhtilâli başarıya ulaşmış, dolayısıyla bu devlet, savaştan çekilmiş, Türkiye doğuda 1877 – 1878 savaşıyla kaybettiği Kars, Ardahan ve Batum’u geri alma imkânı bulmuştur.[11]
İsrail’in Kuruluşuna Varan Gelişmeler İçinde Çanakkale Savaşları’nın Önemi; Çanakkale Muharebeleri’nin bir diğer ilginç uluslar arası yönü, İsrail Devleti’nin kuruluşuna varan siyasal ve hukuksal gelişmeler içinde çok önemli yeri olan ve Yahudilere, Filistin’de bir yurt verilmesi ifadesinin ilk kez yazılı olarak yer aldığı 1917 Balfour ile olan yakın ilişkisidir. Çanakkale Savaşları’nın bu yönü de, incelenmelidir. Birinci Dünya Savaşı’nda Siyon Birliği oluşturup Osmanlı Devleti’ne karşı savaşma düşüncesinin doğup gelişmesi Osmanlı Devleti’ne karşı İngiltere yanında savaşmak amacıyla gönüllü bir Siyon birliği oluşturulması fikri aslında Çanakkale’de yeni bir cephe açılmasından önce ortaya atılmıştır. Fikrin ilk kez resmen gündeme gelişi, Osmanlı Devleti’nin Ekim 1914’te Almanya yanında savaşa girmesiyle aynı tarihe rastlar. Kuşkusuz böyle siyasal düşüncenin uygulamaya konmadan önce gelişip güçlenmesi için belli bir süre gerekmiş ve bazı uluslar arası siyasal faktörler, bu yönde etkili olmuştur. Avrupa’nın zulmünden Osmanlı’ya sığınan Yahudi ilk kez burada ecdada mermi atmaktan bir an bile tereddüt etmemiştir. Zamanında 2’nci Abdulhamid Han’dan para ile toprak talep eden Siyonist liderler, şimdi O’nun evlatlarım dediği Mehmetçikten intikam alıyorlardı adeta.
Aslında çok yönlü ve karmaşık olan gelişmeler, şu başlıkları altında özetlenebilir:[12]
- 1880’li yıllardan beri uluslar arası siyaset alanında faaliyet gösteren Dünya Siyonist Örgütü’nün Filistin toprakları üzerinde Yahudilere bir yurt kazandırılması yönündeki artan çaba ve girişimleri, Osmanlı Devleti’ne karşı gönüllü Siyonistlerden oluşacak birlik kurarak İngiltere yanında çarpışmak fikrini ilk kez ortaya atan Vlademir Jabodinsky’dir. Jabodinsky, daha başlangıçtan beri gönüllü bir Siyon birliği oluşturup İngiltere ve Fransa yanında çarpışmak fikriyle Filistin’de Musevilere bir yurt edinme konusunu birlikte düşünmektedir. Bu amaca ulaşabilmek için de ilk elde, sembolik olsa bile, uygun bir zamanda girişilecek bazı çabalarla İngiltere’nin doğal müttefiki olduklarını kanıtlamak gerekirdi. Böylece I. Dünya Savaşı sona erdiğinde Osmanlı Devleti’nden kopacağına kesin gözüyle baktığı Filistin’de, İngiltere’nin desteğiyle Museviler lehine bazı siyasal düzenlemeler gerçekleştirebilirdi. Burada hemen şu noktayı belirtmek gerekmektedir: Jabodinsky, Osmanlı Devleti’ne karşı İngiltere yanında girişilecek böyle bir savaşın sadece Filistin’de açılacak yeni bir cephede verilmesini istemekte, başka bir cephede savaşmayı düşünmemektedir. Daha sonraki uluslar arası siyasal gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde Siyonist Katırlı Birliği’nin Çanakkale Muharebeleri’ne İngiltere yanında katılarak rol oynaması, Yahudi liderlere hedefledikleri şu iki amacın gerçekleşmesini sağlamada yardımcı olmuştur denilebilir: 1 Kasım 1917’de yayınlanan “BALFOUR BİLDİRİSİ” ile İngiltere, ilk kez resmi bir belge ile Yahudilere, Filistin’de bir yurt verilmesini fikrini benimser.
- Osmanlı Devleti’nin çöküşünün 1912 – 1913 Balkan Savaşları’yla birlikte iyice hızlanması, tüm Balkan uluslarının peş peşe bağımsızlıklarını alışları: Böylece, imparatorluğun sadece Müslüman halkların oturduğu topraklarla sınırlı hale gelmesi. Onların da gelişmelerden etkilenmeye başlaması. Dahası dini bağların yerine etnik milliyetçilik akımının giderek ağırlık kazanması, (Emperyalizm, kendi ülkelerinde tam tersi küçük etnik guruplara katliam dâhil her türlü asimilasyonu uygularken özellikle İslam Ülkelerini etnik temelde parçalamakta ve kendi içlerinde düşmanlıklar aşılamaktadır. El-kaide Terör Örgütünün başındaki adam ABD Başkanının şirket ortağıdır. Taşeron en güvenilir dosttur ve şu anda Irak’ta Şii Müslümanlara saldırarak Şii-Sünni kavgası hortlatmaya çalışmaktadır. Dolayısı ile artık Müslümanlar Kitle İletişim çağında böyle oyunlara gelmemeli, oynanan oyunların arka planını görebilmelidir.) Şunu da unutmayalım ki Çanakkale muharebelerinden bu yana emperyalistlerin özellikle de İngilizlerin sömürgelerinin İngiltere’ye olan güvenleri zedelenmiş, bilakis kendilerine güven gelmiş, akabinde cereyan eden Bağımsızlık mücadeleleri başlamıştır. Müslümanlar Çanakkale Savaşından sonra isyan ettiler.
- 1906’dan beri Ortadoğu petrolünün uluslararası siyasette önem kazanması ve büyük güçler arası rekabetin hızlı bir şekilde Ortadoğu’ya kayması. Bu gün devam eden Irak Savaşı bunun bir sonucu değimlidir? Hasta adam öldü ya yağmalayın bakalım! Torunu büyüyor hasta adamın ve size bir gün evet bir gün gününüzü gösterecek..
4. Özellikle İngiltere’nin ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı sonucu dağılmasıyla doğacak Ortadoğu’daki güç boşluğunu doldurmak amacıyla Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yaşayan etnik grupları kendi çıkarları için kullanmaya yönelik yoğunlaşan siyasal faaliyetleri. Bu faaliyetler maalesef halen devam etmektedir. Biz Psikolojik Harbi beceremediğimiz için ve Türban (başörtüsü) vb. yapay gündemlerle meşgul edildiğimiz için de gerçek gündemimizi bir türlü oluşturamıyoruz. Bir şekilde önce imanımız, sonra geniş düşünme ve ufkumuz, sonra cesaret ve ferasetimiz küçültülüyor. Acaba bu acı durumun Yargıtay başsavcısı farkında mı?
5. Çanakkale Savaşları’nın dünya ve Türk Tarihi açısından diğer önemli sonuçları ise;
a. Birleşik düşman filosu, İstanbul’a girme ümidini kaybetti. Türk askerlerinin ise Balkan Savaşlarında kaybettiği moralini düzeltti. İstiklal harbinin komutanları Çanakkale’de yetişti, pişti. Mehmetçik artık her tür hava-arazi ve düşmanla boğuşmaya hazırdı. Çünkü vahşi batı O’na Çanakkale’de gerçek yüzünü göstermişti. Artık Mehmed ne pahasına olursa olsun imanını, ırzını, istikbal ve istiklalini bu barbar Haçlı sürülerine ve kan emicilere karşı savunmak azim ve kararlılığındaydı. Başkaca bir çaresinin olmadığını Çanakkale’de gördü.
b. Rusya ile müttefiklerinin irtibatlarının sağlanamaması, savaşı iki yıl uzatmıştır. Çarlık Rusya’nın yıkılmasına sebep olmuştur. Bolşevik idarenin gelmesine de sebep olmuştur. Bu durum ise Rusya’nın daha sonra yeni Türk hükümeti ile anlaşmasına ve müttefiklerine karşı düşmanca bir tutum içine girmesine sebep olmuştur.
c. İş başında bulunan İngiliz Hükümeti, muhafazakâr parti ile karma hükümet kurmak zorunda kalmış, böylece hükümet içinde bazı huzursuzlukların çıkmasına, neticede Avrupa’nın en zengin ülkesinin bu savaş nedeniyle dışarıdan borç alan devletler arasına girmesine sebep olmuştur.
d. Dostlarından yardım alamayan Rusya’nın güneye inmesi engellenmiştir. Bu da ileride Türk İstiklâl Savaşı’nın daha kolay kazanılmasına sebep olmuştur.
e. Esir milletlerin, istiklâl mücadelesine girmelerine ve Fransa ile İngiltere gibi süper güçlerin de yenilebileceklerine inanmalarını sağlamıştır.
f. Churchill’in hedefi ise “Dünya tarihini değiştirmekti” değiştiremedi. Osmanlı İmparatorluğu’nu ikiye bölmek, payitahtı felce uğratmak, bölemedi ve paylaşamadı. Osmanlılara karşı Balkan Devletlerini birleştirmeyi başaramadı. Sırbistan’ı kurtaramadı. Bu bağlamda şu anda “Bağımsız Kosova”da bizim için bir şeyler ifade etmeli.
g. ABD Dış Politika Enstitüsü’nün 1930 yılı yayınından elde edilen bilgilerden anlaşıldığına göre de “Kimse pek farkında değil ama boğazlar geçilebilseydi Amerika belki savaşa girmeyecek ve bu kadar can ve mal kaybına uğramayacaktı.”[13] denilmektedir.
h. Niyahet Çanakkale Muhabereleri’ndeki Türk direnişi, yalnız Çarlık İmparatorluğu’nu yıkmakla kalmamış, güneş batmayan Büyük Britanya İmparatorluğu’nda da ilk yarayı açmıştır ve böylece de emperyalizmin yıkılmasına vesile teşkil etmiştir.
Diyor ya şair;
“Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes,
Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es!”[14]
i. Türk Ordusu’nun gösterdiği celadet ile itilaf devletleri, dünyada askeri alanda büyük itibar kaybına uğramıştır.
j. Avrupa’nın “Şark Meselesi Projesi” Çanakkale Zaferi sebebiyle yok oldu. Ancak bu gün BOP, Dinler arası diyalog gurupları vb. yapılanmalarla acaba milletimizin altı mı oyuluyor? Buna tüm aydınlarımız ve siyasîlerimiz kafa yormalıdır. BOP bizim için neden “BÜYÜK OSMANLI PROJESİ” olmasın? Biz de neden böyle bir hedefi en azından belli siyasî guruplar olarak dile getirip cephe oluşturamıyoruz? Neden hep taarruz edilmesini, düşmana göre de vaziyet almayı alışkanlık haline getirdik. Şu iki harp prensibini tekrar yazıyorum. “EN İYİ SAVUNMA TAARRUZDUR.” ve “TEMASI SAĞLAYAN İNİSİYATİFİ –ÜSTÜNLÜĞÜ- ELDE TUTAR.”
6. “Çanakkale’ye halifeyi kurtarmaya gidiyoruz.” yalanı ile getirilen İngiliz ve Fransız sömürgesi Müslüman askerlerinin bir kısmı bize karşı savaşı reddetmiş, bir kısmı da bu muharebelerde vurulmuştur. Hatıralarda vurulan Müslümanlarda mevcut. Alacağımız ders ise emperyalizmin oyununa hem kişisel, hemde toplumsal bazda alet olmayıp mücadele etmeli. Daha da önemlisi bu toplulukların tamamı muharebe meydanında Mehmetçiği tanımış, tanıdıkça da sevmiştir. Çünkü Mehmed düşmanına karşı bile alçakgönüllü ve “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.[15]” düsturunca hareket etmiştir.
Sonuç itibarî ile Bugün Çanakkale zaferinin 92’inci yıl dönümünü kutluyoruz.
13’üncü yüzyıl ortalarında Rumeli’ye geçişimizle tarihimizde yer alan Çanakkale’nin, milletlerarası ilişkilere konu olması 18’inci yüzyıl ortalarında başlamaktadır. Bu tarihe kadar Akdeniz ve Karadeniz tam hâkimiyetimiz altında kalmış, boğazlar bir iç suyolu mahiyetini taşımıştır. Ancak 18’inci yüzyıldan itibaren Rusların Karadeniz’e inmeleriyle bu devir sona ermiştir. Çanakkale 19’uncu yüzyıl başlarından itibaren muhtelif uluslar arası emperyalist, işgalci nitelikli konferansların paylaşılma konusu olmaya başlamış, sıcak denizlere bir çıkış yolu arayan Rusya boğazlara göz dikmiş, İngiltere’de Akdeniz’deki menfaatlerini ve buradan geçen imparatorluk yollarını korumak maksadıyla, Rusya’ya karşı cephe alarak, o tarihlerde yanımızda yer almıştır.
Ancak Birinci Dünya Savaşında, Osmanlı Devletinin Yavuz ve Midilli oldu-bittisi ile harbe katılmasından 10 gün sonra, İngiltere, Almanya’yı iki cephede savaşmaya mecbur kılmak, Devlet-i Âli Osman’ı çökertmek ve boğazlar meselesinin Rusya lehine çözümünü sağlamak maksadıyla, Fransızları da yanına alarak, boğazın ele geçirilmesi yolunda, tarihte eşine az rastlanır bir birleşik donanma ile Çanakkale boğazı önlerine dayanmıştır.
Uzun yıllar boyunca atıl kalmış köhne Osmanlı donanması, Haliç’ten çıktıktan 3 yıl sonra, henüz tam bir muharebe deneyimi elde etmemişken, İtalyanlarla Trablusgarp, müteakiben Balkan Harbini yaşamış ve bu harplerin yaralarını sarmakta olduğu sırada itilaf donanmasını durdurma vazifesi ile karşı karşıya kalmıştır. Donanma, mevcut durumu ile bu görevi yapamazdı. Ancak kaderin bir tecellisi olarak, büyük düşman donanmasına ilk dur diyen denizden topladığı 26 mayınlık yüküyle mütevazı Nusret mayın gemisi olmuştur. Churchill’inde hatıralarında değindiği gibi “Bir savaş gemisinin pergel ve pusulaları dünyada o güne kadar rastlanmadık kanlı muharebelere yol açmış; neticede kazanan inanç, azim, fedakârlık ve yaratıcı fikir olmuştur.”
Bütün dünyada yankı uyandıran ve büyük donanmanın prestijine darbe indiren bu hizmetin neticesinde müttefikler, Ortadoğu’da geniş ve olumsuz politik etkileri olabileceği korkusuyla, donanmayla zorlayarak geçemeyeceklerini anladıkları boğazı bu sefer karadan ele geçirmeye karar vermişler, ancak kader bu kez de karşılarına, geleceğin devlet kurucusu, komutanları ve emirlerindeki, imanı ve vatan sevgisiyle bir irade abidesi olan Mehmetçiği çıkarmıştır.
Savaşa karar verenlerin nasıl olsa yetersiz dedikleri, iki harpten yenik çıkmış, silahları eski, cephanesi kıt orduyu değerlendirirken gözden çıkardıkları şey Türkün kararlılığı, iradesi, imanı ve vatanserliği olmuştur.
Eğitimsiz ve kadroları çok yetersiz bir Tümeni teslim alarak, iki ayda muharebeye hazırlayan Yarbay Mustafa Kemal komutanlar toplantısında “Bir kişi kalana kadar hepimiz ölerek düşmanı mutlaka denize dökmek lazımdır. İçimizde ve askerlerimizde, Balkan Harbinin utancını bir daha görmektense ölmeyecek yoktur. Böyleleri varsa onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim.” diye buyurduğunda, daha iki yıl önce Balkan Savaşında bir nefeste bir vilâyeti bırakıp dağılanlar, bu kez bir alayın kanını bir emirle kurban etmişlerdir.
Yüzbinlerce şehidimizin hayatına mal olan ve “ve mili mücadelenin ruhunu oluşturduğu” Çanakkale muharebeleri bugün olduğu gibi, bundan sonrada milletimizin aziz hatıraları içinde anılacaktır.
Çanakkale Harbi; harpte talimname usullerinin yanı sıra insan zekâsının, muhakeme kabiliyetinin, fedakârlığının ve yokluk içinde fakat inanmış bir milletin evlatlarının başarı ile sevk ve idare edildiğinde neler yapabileceğini, Türk Milletinin kahramanlık ve asaletini tüm dünyaya bir kez daha göstermiştir.
Muhterem Okuyucular; Geçilemeyen Çanakkale’den gemilerimiz her defasında gururla, albayrağımızı dalgalandırarak geçerken, bizler ebedi Türk yurdu olarak kalacak Çanakkale’deki şehitlikleri gezerken; Harbin mücahitleri olan dedelerimizi, personelinin tamamının istisnasız şehit olduğu kahraman ve şehit 57’nci Alayı, bir düşman zırhlı gemisini tek başına attığı top mermisi ile batıran Koca Seyit’i Nusret Mayın Gemisinin fedakâr personelini, hâsılı tüm şehitlerimizi, gazilerimizi şükran ve minnet hisleriyle anıyoruz.
Onlar İstanbul’lu şehirli, Kosova’lı Arnavut, Balıkesir’li Tahtacı Yörük, Bitlis’li Kürt, Tunceli’li Zaza, Mardin’li Arap Artvinli Laz’dılar. Ama dedelerini tanıyorlardı, aynı ninnilerle büyüdüklerini biliyorlardı, düşmanlarının kim olduğunun daima bilincindeydiler. Bunları okullarda da öğrenmediler. Onlar iman sahibi ve ferasetliydiler. Bakmayın “çarıklı erkân-ı harp” diye anıldıklarına. Çarıklı ve poturluydular ama şimdiki biz okullular gibi kafaları karışık, gönülleri bulanık, imanları mütereddit, vatana bağlılıkları menfaate dayalı değildi.
Ruhları şad olsun, mekânları cennet olsun. Bize Allah Onların her halinden hisse kapmayı nasip etsin.
[1] Kuntay, Mithat Cemal.
[2] Harp Akademileri Komutanlığı, Harp Tarihi Kavramları ve İnceleme Esasları, 2004
[3] İbni Haldun - Muhammed Bin Abdurrahman, 1332’de Tunus’ta doğdu, 1406’da öldü. Arap tarihçisidir. Fas, Tunus ve Mısır’da kadılık ve diğer devlet görevlerinde bulunmuştur.
[4] ATATÜRKÇÜLÜK Birinci Kitap, ATATÜRK’ün Görüş ve Direktifleri Gnkur.Yayını Ankara- 1983, S.358.
[5] HOWARD, M., Harp Akademileri Komutanlığı, Harp Tarihi Kavramları ve İnceleme Esasları, 2004
[6] Belen, General Fahri, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, (1914 Yılı Hareketleri), Gnkur. Basımevi, 1964, C.I, S.1,2; Yılmaz, Dr.Veli, Birinci Dünya Harbi’nde Türk-Alman İttifakı, S.51-52.
[7] Yılmaz, Veli, Birinci Dünya Harbi’nde Türk-Alman İttifakı 5.53; Aydemir,Şevket Süreyya, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, C.II,5.496-498;Mühlman,Carl,DasDeutsche-Türkische Waffenbündnis Im Weltkriege (Dünya Harbi’ nde Türk-Alman Silahlı İttifakı), Leipzig, 1940, 5.10-13.
[8] Bayar, Yusuf Hikmet, Türk İnkılabı Tarihi, C.II, Ks.IV, 1952, S.646.
[9] Yılmaz, Veli, Yakın Dünya Harp Tarihi Özetleri,S. 1 7.
[10] TUNÇOKU, Mete, Çanakkale 1915 Buzdağı’nın Altı, T.T.K, Ankara, 2002.
[11] Komisyon, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi, s: 66.
[12] TUNÇOKU, a.g.e., s: 83.
[13] EREN, Ramazan, Çanakkale Savaşları’nın Mana ve Ehemmiyetinin Muhtasar Bir Değerlendirmesi, s: 50.
[14] Kısakürek, Necip Fazıl, Çile
[15] Hadis-i Şerif.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.