DTP'nin sorunu siyaset yapmamasıdır
Siyaset bir bakıma, sorunların çözümü için tarafların birbirlerini tanıyarak ve kendi talepleri doğrultusunda bir sonuç almak üzere yaptıkları girişim veya manevraların toplamıdır. Bu basit tanımda bile ilk dikkat çekmesi gereken bir boyut, siyasetin temelde kendilerini taraf olarak tanımlayan insanların varlığını gerektirdiğidir.
Taraf olma hali belli durumlara göre sürekli değişen dinamik bir şey de olabilir ancak taraf olmak siyasal eylemin en temel halidir ve bu hal aynı zamanda “kimlik” kavramının da temel bir düzeyini oluşturur. Dolayısıyla siyaset insanların kendilerini “biz” olarak tanımladığı insanlarla, “onlar” diye kodlananlara karşı yapılan bir işlemin adıdır. Taraf olmadan, yani bazı insanlardan “yana”, bazılarına da “karşı” olmadan siyaset yapılmaz. Kendini başkalarıyla ayrıştırıp, farklılaştırmadan siyaset yapılamadığına göre siyasetin kendisi kimliklerin varlığına fena halde bağımlıdır.
Bu açıdan bakıldığında Başbakan Erdoğan'ın DTP'yi “kimlik siyaseti yapmakla” suçlaması hem siyaset algısı açısından bir hayli sorunludur hem de kanımca DTP'ye yöneltilecek en son eleştiri bu olabilir.
Sorunlu siyaset algısının bütün partilere siyasette neredeyse aynı rolü yazan sözümona neo-liberal (ama Türkiye'de aynı zamanda Kemalist) siyaset tarzının söylemsel baskısından kaynaklandığını görebiliriz. Bu tarz-ı siyaset, partilerin herhangi bir fark koymaksızın her konuda aynı ekonomik, sosyal ve ideolojik programlara bağlı olmasını gerektirirken ortaya sadece performans farkı koymalarına izin veriyor. Kimliksiz-şahsiyetsiz siyaset tarzı bir süre sonra bütün partilerin örgüt ve programlarını birbirine benzetiyor. Tabi bu yapısal farklılıklara rağmen ısrarla telaffuz edilmekten kaçınıldığı halde “var olmaya devam eden kimlikler” yine de partilerin farkını oluşturmaya devam ediyor.
Partilerin farklı olduğunu herkes biliyor da herkes diğerine olduğundan farklı görünme ve sonuçta resmi bir söylem çizgisinde hizada durma baskısı yapmaya devam ediyor. Açıkçası, bugün AK Parti'yi AK Parti yapan sadece yürüttüğü teknik performans değil, kendisi aynı söylemsel baskılar altında inkâr etse de, seçmeninin ayırt etmekten hiç de geri durmadığı kimliğidir. AK Parti'nin birçok olaydaki söylem ve duruşuyla seçmeni arasında oluşan iletişim dili bu kimliği, bu farklılığı, sürekli desteklemeye devam etmektedir.
Başbakan Erdoğan bütün partileri birer Türkiye partisi olmaya davet ederken, sadece kendisini belki de başarıya götürmüş olan bir “”kimliği”, aslında propaganda modunda, herkese tavsiye etmiş oluyor. Bu açıdan anlaşılabilir. Gerçekten de kendi parti vizyonunun, kendi kimlik algısının, bütün Türkiye'yi kucaklayan bir genişliğe sahip olma farkı vardır ve bu da onu bir kitle partisi olarak yeterince ödüllendirmiş görünüyor. Ancak bilinmeli ki, bütün partilerin kitle partisi olma şansı olmadığı gibi böyle bir mecburiyetleri de yoktur. Bazı insanlar yaşadıkları veya hissettikleri bazı özel sorunlar dolayısıyla bir kimlik sahibi olurlar.
İşçi hakları, kadın hakları, çevre sorunları ve sair konulara özel duyarlılıklar bir kimliğin çerçevesini çizer ve bunlar sadece bu sorunlara odaklı bir siyaset güdebilirler. Özellikle bir konuda ortada büyük bir mağduriyet oluşmuşsa bu mağduriyetin giderilmesini önceleyerek bunun üzerinden bir kimlik kazanmış bir siyaseti suçlamak hakkaniyetli olmaz. Bugün Kürt kimliği sadece fantezi bir kimlik peşinde koşanların ürettiği bir sorun değil, şoven ve inkârcı bir ulusalcılık siyasetinin kaçınılmaz olarak ürettiği bir kimliktir. İnkârcı söylem ve politikalara karşı bir tür “tanınma” siyaseti gütmek siyasal alanda var olmak için yeter de artar bir sebeptir. Bu sorunu öncelikli olarak hissedenlerin ayrıca bütün Türkiye'nin bütün sorunlarına sahip çıkmaları, tabii ki arzulansa da, şart koşulamaz. Siyaset tam da böyle özel sorunların da ifade edildiği, bu özel sorunlar etrafında oluşan kimliklerin hak mücadelesinin alanıdır.
Bununla birlikte DTP'nin sorunu başbakanın dediği gibi “kimlik siyaseti” yapıyor olması değil, aslında tam aksine hiç siyaset yapmıyor olmasıdır. Siyaseti devre dışı bırakan, en hafifinden, bir tür savaş diplomasisine bel bağlamış olmasıdır.
DTP Kürt sorununun çözümü konusunda gelinen noktada yakalanmış olan siyasal zemini PKK ve onun hizmet ettiği mihraklara peşkeş çekerek tahrip etmeyi seçmiş görünüyor. Bu yaptığının bırakınız kimlik siyaseti ile siyasetin hiçbir türüyle ilgisi yoktur.
Sonuçta, DTP'nin siyasal alandaki mevcudiyeti PKK'nın bütün haklılık zeminini büyük ölçüde yok ettiğinden PKK DTP'nın kapatılmasını ve böylece silahlı mücadelenin ve radikalleşmenin kendisi açısından konforlu mazeretini yeniden üretmek istiyor.
Diğer yandan PKK'nın bu arzusunu bile bir intihar eylemcisi gibi yerine getirmek için çırpınan bir DTP var.
Bu tablodan, bu PKK-DTP koalisyonunun istemediği tek şeyin Kürt sorununun çözülmesi olduğu sonucu çıkıyor.
AK Parti'nin “Kürt sorunu” ve “çözüm” söylemine doğru attığı her adımın terörün tırmanması şeklinde bir karşılık bulması tesadüf değil.