Ulemâ krizi
Gelecek on yıllarda, İslâmî ilimlerin farklı disiplinlerinde tahassus yapmış, çağı tanıyan ve çağın sorunlarına, ontolojik ve epistemolojik meydan okuyuşlarına kendi medeniyeti adına karşı duracak ulemâ sorunu yaşayacağız. Bir kehânette bulunmuyoruz, gidişat bunu söylüyor, tabiî görmek isteyene..
Din sahasında ehil kadroların kemiyet ve keyfiyet eksikliğini derinden yaşayacağız, çünkü; İslâmî ilimlere talep hem düştü, hem de düşürüldü. Bu konuyu tartışmaya başlamadan önce, “Dindar kesim düne göre bugün daha eğitimli” tesbitinin yukarıda söylediklerimizle bir tenakuz içinde olmadığını vuzûhata kavuşturalım. Efendim, mütedeyyin câmia son on yıllarda birçok alanda iyi kadrolar yetiştirdi, doğrudur. Eğitimli insan oranı düne göre bugün çok daha iyi düzeyde. Siyasette, ekonomide, bürokraside, medyada ve daha birçok alanda bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Ama gelin görün ki, bu alanlarda yetişen kadrolara paralel dinî ilimlerde yeni kadrolar yetişmemekte.
Hâlihazırda toplumun önünde olan din ulemâsı ve dinî ilimlere de vâkıf entelektüeller, öyle ya da böyle birçok meselemize din perspektifli cevaplar üretmekteler. Bunların yaş ortalamasına bakın, bunlar arasında son dönemde yetişmiş pek insan göremeyeceksiniz. Bir gün gelip, bu misyon insanları bu dünyadaki imtihanlarını tamamlayıp Rahman’ın rahmetine kavuştuklarında, yerlerini dolduracak bir nesil gelmiyor arkadan.
Sağda solda kendisini özel gayret ve imkânlarıyla dinî ilimleri öğrenmeye vakfetmiş bireyler yok değil. Ancak 75 milyon nüfuslu bir ülkenin ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelik ve nicelikte değiller maalesef.
Hele hele kendi bölgesinde bir güç merkezi hâline gelen ve dünyada siyasi etkinliği gün gittikçe artan bir ülkenin yükselişine paralel pozisyon belirleyecek, analizler yapacak ve toplumu dinî öncelikler ve hassasiyetler bağlamında buna hazırlayacak nicelik ve nitelikte hiç değiller. Sosyal ve teknik bilimlerde yetişen dindar insanların böylesi bir ihtiyaca onlar olmaksızın cevap vermesi pek mümkün değil. Modern eğitim sisteminin çarklarından geçmiş, zihin kodları önemli ölçüde modern verilerle şekillenmiş, İslâm bilgi sistemine vâkıf olmayan dindar akademisyen ve kanaat önderlerinin formatı, buna müsaade etmez zaten. İslâmî ilimlere talep hem düştü, hem de düşürüldü, dedik yukarıda. Düştü; çünkü dindar kesimler siyasi ve ekonomik yükseliş trendini yakaladıklarında, bu sürece kalben hazır değillerdi, önemli bir kesim hızla dünyevîleşmeye başladı.
Otomatikman şu sosyolojik kural işlemeye başladı: Bir toplumda dindarlık düzeyi artarsa insanlar arasında dinî ilimlere duyulan talep de artar, “din âlimi” tipolojisi ailelerin çocuklarına, gençlerin de kendilerine rol model seçtiği örnek şahsiyetler olur.
Bir toplumda da, dindarlık düzeyi düşer yahut dünyevîleşme yükselirse, dinî ilimlere duyulan ilgi de düşer, rol modeller de seküler perspektiften belirlenir. Bizim fiilen yaşadığımız bu durum sosyoloji ilminin önemli bir tesbitidir.
Düşürüldü; zira 28 Şubat sürecinde akla ziyan uygulamalara tanıklık ettik. Dinî eğitim veren insanlar fişlendi, devlet aygıtlarını kullanan bir kesim bu anlamda faaliyet gösteren her kuruma savaş açtı, yurtdışındaki İslâmî eğitim merkezlerinin diploma denklikleri iptal edildi, buralara giden öğrencilerin önü binbir türlü hileyle kesildi...
Düşmesi içten bir dönüşümü, düşürülmesi metazori yöntemlerle uygulanan bir siyasi mühendislik projesini ifade eder.
Neticede, dünyevîleşmenin ve 28 Şubat’ın ürettiği en temel sorunlardan bir tanesi yeni nesiller arasında dinî ilimlerde ehil kadroların kâfi miktarda yetişmeyecek olmasıdır.
Bugün bunu çok derinden hissetmiyoruz, zira toplum önündeki ehil insanlar varlıklarıyla - iyi ki varlar - bunu gölgeliyor. Lâkin onların yokluklarında bu krizin ne kadar hayâtî olduğunu gelecek o yılları idrak edenlerimiz göreceklerdir.
Buna benzer bir kaht-ı rical durumu Osmanlı sonrası da yaşanmıştı. Sadece Çanakale Savaşı’nda onbinlerce medreseli, hocalarıyla birlikte şehid düşmüştü. Kurtuluş Savaşı da önemli bir kadroyu eritmişti. Cumhuriyet sonrası ise yeni kurulan sistem Batı’dan devşirdiği yeni ideolojisini tahkim etmek için, hayatta kalmış ulemâyı tasfiye yoluna gitmişti. Kimisi sürgüne gönderilmiş, kimisi infaz edilmiş, kimisinin de aktif toplumsal faaliyetlerde bulunmasına izin verilmemişti. Medreseler kapatıldığından da yeni nesil ulemâ kadroları yetişememişti. Malûm olduğu üzere bunun doğurduğu krizinin etkileri toplumsal yaşamda derin yaralar açmıştır.
Bu meyanda, gelecek düne benzeyecek endişesini taşıyoruz. Hayat boşluk kabul etmiyor. Küreselleşmeyle ivme kazanan siyasi, iktisadi ve kültürel seküler değişim yeni sorunlara ha bire yenilerini ekliyor. Bunlara cevap verecek ehil kadrolar yoksa, kimliği korumak da, şuur dünyasında yaşanacak kaymaları önlemek de pek mümkün olmayacaktır. Tehlikenin farkında mısınız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.