Obama, bir Hollywood masalı gibi..
Amerikan siyasetine, bu ülkenin nereye doğru gittiğine lâkayd kalamıyoruz. Kalamıyoruz, zira; siyasi coğrafyamızda, kültür havzamızda meydana gelen önemli olayların önemli kısmı bu ülkedeki derin düşünce merkezlerinde dizayn ediliyor. Uygulamayı da siyasilere, diplomatlara ve olmadı askeriyeye bırakıyorlar. Bu nedenledir ki, bizdeki askerî darbeler, Ergenekon yapılanması, dış siyaset, Kürt meselesi, İslâmî yönelişler, para politikaları hep ABD ile ilişkilendirilerek ele alınır.
ABD'nin salt iç meseleleri en azından beni ilgilendirmiyor, ama dış siyaseti ve dış siyasetini tetikleyen iç siyaseti, yukarıdaki gerekçelerden dolayı kendi coğrafyamın geleceği adına beni ilgilendiriyor. Küreselleşmenin bir anlamı da bu değil midir zaten?
Amerika'nın farklı konjonktürlerde nasıl tavır alacağını kestirmek önemli. En azından hazırlıklı olmak açısından. Sağlıklı öngörüler yapabilmek için de sağlam analizler yapabilmeli. Bunun için de çeşitli yollar vardır.
Meselâ, iktidara gelen partiye, o parti içindeki dengelere ve hangi dengenin parti yönetimine ağırlığını koyduğuna bakmalısınız. Parti liderinin siyasi vizyonuna, yakın çalışma ekibine ve ülkenin öncelikli meselelerini mercek altına almalısınız. Aynı şekilde yerel ve küresel konjonktürün bu ülkeye hangi alternatifleri sunduğuna, yakın ve uzak dönemde bu ülkenin hedefler listesine yoğunlaşmalısınız. Bunların ne kadarı askerî güç kullanılmaksızın, ne kadarı da ancak askerî güç kullanılarak elde edilebilir, anlamaya çalışmalısınız. Rakip güçlerin tepkilerini, bu tepkilere ne tür reaksiyonlar gösterilebileceğini çözümlemelisiniz. Bilimsel olarak böyle yapılması gerekir, bunlara bir sözüm yok, bu da uzmanların işi. Fikir edinmek için daha kolay başka bir yolu da bunlara eklemek gerekir diye düşünüyorum. Sözü yormadan hemen söyleyeyim, bakılması gereken bir önemli alan da, Amerikan film endüstrisi Hollywood siyasetidir. Çoğu kişiye garip gelebilir, ama, Amerika'nın küresel siyasetini erkenden kitlelere sanat adıyla mal eden bir güç merkezidir burası. Hollywood’da sisteme muhalif bir damar var, bunu bir tarafa bırakalım şimdilik. Önemli ölçüde Yahudi sermayesinin kontrolünde olan film endüstrisi, Amerika'nın yürürlükteki ve gelecekteki siyasetine paralel beyin yıkayıcı, kitle hazırlayıcı ayartıcı ürünler verir.
Öncelikle ülkenin dünya siyasetine, dünyanın en câhil halkını, yani Amerikalıları yönetim çizgisinde hizaya çekerek katkıda bulunur. Amerikan halkının aklı, gözlerinde ve gözlerin gördüklerinde, böyle alıştırılmış. Hollywood da görmeleri gerekenleri göstererek, onlara, postmodern toplumun enayisi muamelesini yapar sürekli.
Bu meyanda 11 Eylül'e giden süreçte ve sonrasında yaşananlarda Hollywood'un etkisi inkâr edilemez düzeydedir. Dirayetli gençlerin bu konuda doktora çalışmaları yapmaları gerekir, bunu da bilvesile hatırlatmış olalım. 90 öncesi Amerika'nın pompaladığı "Mücahit Müslümanlar" tipolojisinden 90’larda hızlıca vazgeçilmiş, yerine, "kana susamış fanatik teröristler", "ötekinden nefret eden Müslümanlar", "intihar bombacıları" gibi itici ve tiksindirici imgeler öne çıkartılmıştı Hollywood'da, hem de en pahalı seneryolarla.. Soğuk Savaş'ın bitmesinin akabinde "komünist düşman"ın yerini "İslâm" almıştı, yeni siyaset böyleydi. Siyasilerin söylemleriyle film endüstrisinin anlatmaya çalıştıklarının örtüşmesi bir tesadüf değildi elbet. O filmlerde gösterilenlerin birçoğu doğru çıktı(!). Kurgu öyle gerektiriyordu, öyle de oldu. Aklı gözünde olan sıradan Amerikalının başka seçeneği yoktu, o gördüklerine inanacaktı, devlet politikasını da paşa paşa destekleyecekti ve nitekim öyle oldu. Buradan Obama'nın seçilmesi meselesine gelelim. Amerika'ya siyah bir başkan fikri epeydir Hollywood yapımlarıyla güçlü bir şekilde desteklenmekte, “WASP” (Beyaz, Anglo-Sakson, Protestan) zihin dünyası buna hazırlanmaktaydı. Çok etkileyici film ve dizilerde Amerika'nın içine düştüğü büyük felâketlerden kurtarmak için, beyazlar kadar ve hatta onlardan daha dirayetli "siyah başkan"lar işbaşına geliyor, son derece başarılı bir performansla ülkelerine şükranla yâd edilecek hizmetler sunuyorlardı. Bunlardan Morgan Freeman’ı hatırlayabilirsiniz. Tüm zamanların en fazla izlenen dizisi olarak anılan “24 Hours”taki Başkan David Palmer rolündeki Dennis Haysbert ve o öldürüldükten sonra yerine geçen kardeşi David Bryan Woodside’ı.. Obama’yla bir Hollywood kurgusu daha hayata geçtiyor. Amerikan sisteminin her şeyi kontrol eden ilah olduğunu bir mü'min olarak söylememiz mümkün değil. Ama bu onların gücünü küçümsemeyi de gerektirmez. Konjonktür çok önemli, ama unutulmamalı ki, konjonktürü yönetmek de, oradan lehte sonuçlar çıkarmak da mümkün.
Obama böyle bir iradenin sonucu olamaz mı? Obama'yı finanse eden şirketlerin listesine, ona akıl hocalığı yapan kadrolara, sonra da şimdi tek tek ilan etmeye başladığı çalışma arkadaşlarına ve özellikle de baş danışmanlığa ve Beyaz Saray Genel Sekreterliğine getirdiği İsrailli Rahm Emanuel'e bakın, okumalarınızı ona göre yapın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.