“Tanrı uludur” ama Atatürk de uludur, “Ulu önder”
Atatürk’ün halk ile iç içe, halktan biri olduğunu söylerlerdi. Ama diğer insanlarda bulunan insânî zaafiyetlerin Atatürk’te de bulunduğunu anlatan Can Dündar’ın “Mustafa” filminden pek rahatsız oldular. Çünkü onlara göre, Atatürk nasılsa öyle değil de insanüstü bir varlık olarak tanıtılmalı, taptaze küçük beyinler daha baştan Atatürk’ü masal kahramanlarından bile büyük, erişilmesi mümkün olmayan ulu bir varlık olarak tanımalıdır. Zaten Atatürk’e onun için “Ulu önder” diyorlar ya…
Türkçe ezan denilen sözde tercümeye bakın bir! Hazreti Allah hakkında kullanılan sıfatla Atatürk hakkında kullanılan sıfat aynı. İkisi de “Ulu.” Hazreti Allah hakkında Tanrı uludur, Tanrı uludur deniliyordu. Ama Atatürk de ulu. Tanrı uludur ama Atatürk de pek aşağı değil, o da ulu. “Ulu önder.”
Can Dündar’ın “Mustafa” filmi “Ululuğu vurgulamadığı için” köpürüyorlar. Atatürk hiç insan olur mu canım? O insanüstüdür…
Bir insanı, Allah’a eş koşarak şirke düşüyorlar deyip, hemencecik karar vermeyeceğiz. Kullandıkları başka sözlere de bakacağız. Bakalım başka söyleri de var mı?
Var mı da söz mü! Hem de istemediğiniz kadar. Hem de daha Atatürk hayattayken. Niceleri var ki, milleti Atatürk üzerinden daha o zaman kandırmaya başlayıp bu tavırlarını şimdikilere miras bıraktılar. Hz. Allah hakkında söylenmesi icap eden ne varsa hepsini Atatürk hakkında kullandılar…
Meselâ, Faruk Nafiz Çamlıbel’in 1921 tarihli “Allah’ın En Büyük Kulu” başlıklı bir şiiri var. Şiirin başlığından bunun önce Peygamberimiz hakkında kaleme alındığını zannedilir. Çünkü Allah’ın en büyük ve en sevgili kulu O. Ama zannettiğiniz gibi değil. Şiir Atatürk hakkında. İşte o kıta:
Eğilmez azmini dünyaya bildir,
Yurdumu ölümden sen halâs eyle.
Anmazsa evladım benden değildir
Adını bir değil bin besmeleyle.
Besmeleyle kimin adı anıldığını herkes bilir? Tabii ki “Bismillah…” diyerek Allah’ın. Nitekim, Besmelenin mânâsı bize “Esirgeyen bağışlayan Allah’ın adıyla” diye öğretilir
Aynı şâirin “Çankaya” başlıklı şiirinin bir kıtası şöyle:
Bu hıyâbân ebediyyet yoludur,
Gider Allah’a kadar burdan ucu.
Hıyâbân, iki tarafı ağaçlı büyük yol demek. Çankaya’ya giden yoldan bahsediliyor. Çankaya’da kim var? Atatürk… İşte bu yol hakkında “Gider Allah’a kadar burdan ucu” deniliyor.
Can Dündar’ın, Atatürk’ü her şeyden büyük göstermeksizin, gerçekleri yansıtan perdeleri hafifçe, azıcık aralamak bile sayılmayacak şekilde, zaten bilinen şeyleri hatırlatmasına kızan çevreler, Atatürk için yazılan şu şiire 1938’den beri niçin hiç ses çıkarmazlar:
Ey ilâhın yüce davetlisi, göklerden eğil,
Göreceksin, duruyor kalbimiz üstünde putun.
(Atatürk’ün ölümü üzerine, Faruk Nafiz Çamlıbel, 1938)
Bu milletin evlatları, Atatürk’ü ilahlaştırmak için bazılarının senelerdir adeta bir yarış içerisinde bulunduğunu bilmeli. Yapabilenler Atatürk’e ilâhî sıfatlar yüklediler yapamayanlar ise onlara alkış tuttular. İslâm inanç ve itikadına sığmayan mısralardan bir örnek:
Solmaz o beniz, yok o bakışlar yine mavi,
Lâyık onu tutsak biz ilâhlarla müsâvi.
Bu şiiri yazan da Edip Ayel… Bu adam da, yazdığı şiirde birçok ilahlar olduğunu söylemekten geri kalmıyor. Ona göre, bir ilah yok ilahlar var. Ama Türk milletinin ilahı ayrı. Peki kimmiş? Buyurun okuyun:
Kalbimdeki tunç heykeli gök çatlasa bölmez,
İnsanlar ölür, Türk’e ilah olmuş er ölmez.
Ölecek olanlar sadece insanlarmış. Ama Türk’e ilah olan er ölmezmiş. Çünkü o er insan değil…
Bir milletin çocukları, işte böyle şiirlerle büyütüldü/büyütülüyor, uyutuldu/uyutuluyor, yetiştirildi/yetiştiriliyor… Siz bu şiirlere ne diyorsunuz ey “Biz de Müslümanız” diyen Atatürkçüler?