Evet, ulus devlet masum değildir
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün çok tepki çeken açıklamasını biliyorsunuz. Bakan mealen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasındaki ‘mübadele’ politikasının ‘ulus inşası’ için zorunlu olduğunu, aksi halde bugün bir ‘milli devlet’imiz olamayacağını söylemişti. Bakanın ‘tehcir’ için de aynısını düşündüğü anlaşılıyor ki, şaşırtıcı değil.
Bu sözler, Türkiye Cumhuriyeti’nin şimdiye kadarki aksi yöndeki resmi söylemine rağmen, bir gerçeği yansıtmaktadır. Malum, resmi söylem diyor ki, ‘Türk ulusu’ etnik değil, vatandaşlık temelli siyasi-hukuki bir kimliktir. Gerçekte ise, Bakanın doğru olarak ifade ettiği gibi, yeni Türkiye’nin nüfus unsurunun ‘saflık’ını garanti etmek için ‘Müslüman-Türk’ olmayan unsurlardan arınmanın çeşitli yollarına başvurulmuştur. Mübadele ve tehcir bu yolların en önemlisidir. Müslüman olduğu halde Türk olmayan Kürt unsuru ise bir yandan ‘tehcir’ ve iskán’ gibi yollarla asimile edilmek istenirken, öbür yandan da kendilerine sürekli Kürt olmadıkları söylenmiştir.
Kısaca, Bakanın söyledikleri bir dil sürçmesi değildir; ulus devlet zaten böyle bir şeydir. Ulus devletler dünyanın her yerinde pekişmelerini şu veya bu ölçüde zulüm siyasetine, yani türdeşleştirme, asimilasyon, tehcir ve iskán, hatta etnik temizlik politikalarına borçludurlar. Buna demokrasi bile engel olamamıştır, hatta bazı durumlarda demokrasi bunu belki de kolaylaştırmıştır.
Bu noktada aklıma Michael Mann’in ‘The Dark Side of Democracy: Explaining Ethnic Cleansing’ (Demokrasinin Karanlık Tarafı: Etnik Temizliği Açıklamak) kitabı geldi. Önce şunu belirteyim: Adının verdiği izlenime rağmen, Mann bu kitabında demokrasi ile etnik temizlik arasında birebir bir ilişki kurmuyor. Onun anlatmak istediği, modern demokrasilerin belli şartlar altında etnik temizliğe yol açabilecekleridir. Mann’a göre, bir ‘halk tarafından yönetim’de başlangıçtaki demokratik idealleri çarpıtan kimi etkenlerin ortaya çıkması halinde demos anlamındaki ‘halk’ etnosa dönüşebilir. Bu da dışlayıcı bir organik milliyetçiliğe sonra da buna bağlı olarak etnos’u ‘temizleme’ amaçlı şiddete, yani etnik temizliğe götürür. Demokratik idealleri çarpıtan etkenlerin başında etnisite duygularının baskın çıkması veya savaş şartları gelmektedir. Özellikle etnik grupların hiyerarşik olarak düzenlenmiş veya iki ana etni temelinde polarize olmuş olması durumunda bir etninin diğerini hakimiyeti altına almaya çalışması kanlı çatışmalara yol açabilir. Mamafih, Mann demokrasilerde etnik temizliğin genel bir durum olmak yerine, esas olarak kuruluş ve gelişme aşamasında ortaya çıktığını da belirtir.
Demokrasideki ‘halk’ın (demos) etnik bir grup veya topluluk olarak algılanma ihtimalinin varlığı modern demokrasilerin ‘ulus-devlet’ler şeklinde örgütlenmiş olmalarıyla yakından ilgilidir. Çünkü, çoğu ulusun henüz siyasi bir kimlik oluşturmadan önce şu veya bu etnik kökenle tanımlanması veya bir şekilde etnik bir menşe ile ilişkilendirilmesi ulus devletlerin özellikle kuruluş aşamalarında etnos’un demos’a baskın çıkması ihtimalini artırmakta ve böyle bir durumda demokrasi de hakim etnik topluluğun bu konumunu meşrulaştırmaya hizmet edebilmektedir.
Aynı kaygının ulusların ‘kendi kaderini tayin hakkı’ tartışmasında da ortaya çıktığını görüyoruz. Meselá, Sabrina P. Ramet’e göre, ulusal kendi kaderini tayin hakkının varlığı, zorunlu olarak, bir devlette ancak aynı ulustan olanların yaşama hakkı olduğu anlamına gelecektir. Bu da o ulusun kendisinden olmayan azınlıklar olmaksızın kendileri olarak yaşama hakkına sahip olduğu iddiasına yol açacaktır. Bunun sonucu ise, kaçınılmaz şekilde, ‘etnik temizlik’in (genocide) meşrulaştırılmasıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.