‘Ulus-devlet’ anlayışı da, ilkel bir insanlık suçudur!
Önce şunu tekrarlamakta fayda var: Hayata, hadiselere, insanlara, kâinata bakış açımızın temel ölçüsü ne ise, değerlendirmelerimiz de ona göre olur/ olmalıdır.
Objektif tarih, yazı ile başlar, ondan öncesi faraziyedir, birtakım bulgu veya kalıntılara verilen manâ ve yorumlara göre şekillenir. Çoğu da, efsanelere saplanır.. Yazılı tarihin geçmişi ise, en fazla 3-4 bin seneliktir. O bile, şüphelidir.. Kavimlerin ise, 1500’yıldan ilerisi karanlıktır.
Ve, biz müslümanların hayata bakışının temel ölçüsünü oluşturan Kur’an, bir tarih, coğrafya veya fizik- kimya vs. kitabı olmayıp, sûreten insan olanı, sîreten de, rûhen ve derunî olarak da insan yapmayı hedefliyen bir ilâhî nefha’dır.. Onda, bazı tarihî ve fizikî hadiselere, bazı yer veya toplum isimlerine işaret varsa da, bunların kesin zaman/ mekan sınırları genelde yoktur.
Ezelden ebediyete doğru akıp giden ve Yaratacı’nın belirlediği bir proğram içinde hükmünü icra eden zaman kavramının ‘geçmiş, bugün ve gelecek’teki şekillenişleri ve yaratılanların nasıl bir kaderle karşılaşacağının küllî bilgisi, ancak Yüce Yaratan ındindedir..
Nitekim, her topluluktan yığınla bilge kişiler, mütefekkirler, filozoflar, ârifler, binlerce yıldan beri hayatı yorumlamaya çalıştılar, ama, onlar da müşahade ve idrak güçleriyle sınırlı idiler.
2500- 3000 yıl öncelere aid bilgilerimize şöyle bir bakalım.. Antik Hind, Mısır, Helen, Anadolu, Mezopotomya, Filistin, İran, Kafkas diyarlarına veya Afrika veya Sibirya veya Asya’nın derinliklerindeki insan kitlelerine, sahralardaki bedevîlere veya Kuzey Kutbu yöresindeki ‘eskimo’lara, İskandinavya yöresinden gelen Viking’lere, ya da, varlığı 500 sene öncelerde keşfedilen Amerikan kıt’asındaki yerli halklara, Aztek ve İnka’lara, ‘kızılderili’lere; 350 sene öncelerde keşfolunan Avustralya’daki ‘aborijin’lere ve daha nicelerine kadar, çeşitli renk, ırk, dil ve cinsten milyarlarca insan, zaman değirmenince öğütüldü, durdu..
Böyleyken, siz, bütün bunlardan hangi birleştirici ve ayrıştırıcı unsurlarla, tek tip bir ‘ulus’ meydana getireceksiniz? Ve kullanacağınız argumanların insan gerçeğine uygunluğu nedir? Yaratıcı’mızın, ‘sizi bir erkek ve dişiden halkettik..’ ve, ‘En üstününüz, Allah’tan en çok sakınanızdır. (Allah’ın yaratış hikmetine en çok riayet edeninizdir.) melindeki hükümleri ve ‘Resul-i Ekrem (S)’in ‘Ey insanlar, hepiniz Âdem’in çocukları, Benî Âdem’siniz, Âdem ise topraktandır..’ ölçüsü ortadayken, başka hangi ölçü veya duygu, insana bakış açımızda, bize insanca ve adâletli bir ölçü verir? 750 yıl öncelerde ‘Yetmişiki millete bir göz ile bakmayan, halka müderris (üstad) olsa (bile), Hakikat’e âsîdir..’ diyen Yûnus’u da mı duymadık?
Böyleyken.. Hele de Avrupa’da asırlarca süren din ve mezhebler ve sosyal sınıflar arası boğuşmalardan sonra ‘1648- West-Falia Andlaşması’yla oluşan ‘ulus-devlet’ anlayışını, müslüman toplumlara da bir ‘resmî ideoloji’ olarak dayatmak, bir dil veya kansoyu grubunu veya bir sosyal kesimi diğerlerinden üstün gören bir anlayışla ‘ulus-devlet’ diye tutturup, aynı coğrafyada, asırlarca birlikte yaşamış kitleleri dışlamayı ‘resmî ideoloji’ olarak kabullenmek, ne kadar insanîdir? Bu, anlayış bir vahşilik ve ilkellik değil midir? Kimin maddî hamur ve çamuru diğerinden üstündür?
Bu zâlim anlayış, yazık ki, laik değerler cümlesinden olmak üzere, bizim toplumumuza da ârız oldu ve Sav. Bakanı olan kişi, Hükûmet mekanizmasında bir yer doldurması hasebiyle, önem arzeden bir sakîm bir söz söyleyerek, bizim halkımızın inancına, kültürüne yabancı olan o kaba, ve vahşî ‘ulus-devlet’ anlayışını bir de kutsarcasına yüceltti.. Ki, 600 yıllık Osmanlı geçmişişimin son yarım asrındaki İttihadçı / kavmiyetçi saçmalıklar ve ‘dişi kurt Asena’ önderliğinde çıkıldığı ileri sürülen Ergenekon efsane ve hattâ safsatalarına göre oluşturulan bir ‘ulus-devlet’ anlayışının hükûmet bünyesinde dile getirilmesi, dehşet vericidir..
Böyle bir safsata bataklığına saplanıldı mı, onun yanlışları da ürünleri de öyle olur ve başkaları da sizin gibi saçma izahlarla kendilerinin üstünlüğünü isbatlamaya kalkışır..
Hattâ, sırf Resul-i Ekrem (S)’in de mensub olduğu kavim diye, arab kavmini yüceltenler bile, İslam’ı anlayamamıştır. Çünkü, Ebû Cehl ve Ebû Leheb’ler de arab idi.. Bizim dinimiz, bize dayatılan ırkçı, şovenist, nasyonalist, laik, putperest vs. resmî ideolojilere göre hareket etmemize asla cevaz vermez.. Onun için günümüz insanını pençesinde kıvrandıran yığınla beşerî ideolojiler gibi, ‘ulus-devlet’ anlayışı da bir insanlık suçudur..
*Toplum, bu utanç verici uslûb ve kalem kavgasıyla mı doğru yola çağrılacak?
Şevket Eygi ağabey, zaman zaman birilerine saldırır.. Bunu, bazıları üzerine alınır, bazıları alınmaz.. Ama, onun kimi kasdettiği genelde, dikkatli okuyucularınca da hissedilir..
Dün, Hürriyet’in internet sahifesinde, Yaşar Nuri, Eygi’nin geçenlerde yazdığı bir kaç yazıda hedefin kendisi olduğunu belirterek, ağır değil, hattâ bir hakaretnâme yazdı..
Eygi’nin de eleştirilerinde meramını ifade etmesi için, ağır ifadeler kullanmasının gerekli olduğunu düşünmüyorum.. Ama, laik-teolog Yaşar Nuri’nin, ‘kasdedilen benim’ diye ortaya çıkıp, kaleme aldığı yazı, sıradan bir hakaretnamenin ötesinde, korkunç bir şey..
Herşeye rağmen, kendisinden yine de o kadarını beklemezdim..
‘Dişleri dökülmüş, gözlerinin nuru uçmuş, ...hurafe soytarısı! (...) Haysiyetsiz yobaz! ( ....) Senin, hayvanlığın da mı yok? (...) Ecdada, ulemaya mı tapıyorsun sen?’ gibi sözlerin hangisi, prof. olmuş, ne dediğini bilmesi gereken bir kişiye yakışır? Hele bir cümlesi var ki, kendisi için de aynen geçerli.. Çünkü, kendisi de, kime hitab ettiğini açıkça yazmıyor ve amma, ‘Daha bir eleştiri yazısını, muhatabının adını açıkça zikrederek yazacak mertliğe ulaşamamışsın. Ka...ık bir eda ile kıvırıp duruyorsun..’ (noktalı yeri ben noktaladım.. –SEÇ-) diye yazabiliyor.. Yaşar Nuri adına bile utanmak duygusu uyandı, içimde..
Yaşar Nuri’ye sözümün etkili olacağını ve söz dinleyeceğini sanmıyorum, ama, Eygi ağabeye, bu tür yazılardan el çekmesini ve böylesi yazılara karşılık vermemesini bir küçük kardeşi olarak tavsiye ederim... Çünkü, bu gibi hakaret ifadeleri, sadece birkaç kişiyi yaralamakla kalmıyor, onbinlerce-yüzbinlerce okuyucunun zihnine de kazınarak, insanların birbirine medyada, bu şekilde hitab etmelerinin tabiî ve normal bir şeymiş gibi algılanmasına da vesile olunuyor.. Kaldı ki, daha bir kaç ay önce, Eygi ve Yaşar Nuri, bir tv. proğramında bir aradaydılar ve birbirlerine hakaret etmeden ve hattâ iltifatlarla bile hitab edebiliyorlardı..
Dün bir okuyucu, medyada yazılan benzer yazıların çocukların birbirine karşı hitaba şekillerini bozduğundan ve hattâ aile içindeki büyüklerine hitab şekillerini değiştirdiğinden, kullanılan pis kelimelerin, yazılıp çizildiğine göre ayıp bir şey olmadığı gibi anlayışı geliştirdiğinden, medyada hele de müslüman kalemlerin bu gibi konularda örnek olmak dikkatlerini yitirmemeleri gerektiğinden sözediyordu..
Evet, sadece birkaç kişi arasında değil, toplum huzurunda da kullanılan bu gibi hakaret ifadelerinin, Hesab Günü’nde de karşımıza çıkacağını, Âhiret’e inanan insanlar unutmamalı..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.