Hüseyin Hatemi

Hüseyin Hatemi

İlkeli yönetim

İlkeli yönetim

Siyasette ve yönetimde temel ilkeler gözardı edilerek “idare-i maslahat” edilmesinin zararlarını yüzyıllardır çektik. Hukuk Devleti yönetimini gerçekten istiyorsak, bu yönetimin bazı temel ilkelerden asla taviz vermeyen yönetim olduğunu bilmeliyiz. özetleyerek şöyle diyebiliriz: Adalete uygun (dürüst) davranma ilkesinden asla taviz (ödün) verilemez. Bir tehlike karşısında dahî âdil ve dürüst davranılır ve “meşru müdafaa” kuralı da kötüye kullanılmayıp yine adalet ilkesine uyulur. “Zaruret”, bir kimsenin malvarlığı hakkına dokunulmasını gerektiriyorsa, fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi gereğince, onun malvarlığı zararı giderilir.

İslâm'da bütün bu ilkeler beyan edilmiştir. Ne var ki ve ne yazık ki İslâm ülkelerinde bu ilkeler “vitrin süsü” olarak kitaplarda kalmıştır. Yalnızca İslâm ülkelerinde değil, Yeryüzü'nde, bu temel yönetim ilkelerine gerektiği gibi uyulduğu söylenemez. Ancak, başkalarının, hattâ “hür dünyanın lideri” olduğunu iddia eden bîçarelerin bu ilkelere uymaması; emsal göstermemize ve bizim de uymamamıza hak vermez. Emîr-ul-mü'minîn bütün hayatı boyunca, Tabiî Hukuk'un, Sevgi'nin Adaleti'nin “mücessem timsal”i olmuştur. Yüce Sevgili'nin “güzel örneği”ni en küçük bir sapma söz konusu olmaksızın sürdürmüştür. O'ndan sonra gelen Ehl-i Beyt imamları da böyledir. Sevgi'nin adaleti düzeninin temel ilkelerinden hiçbir zalime karşı aslâ taviz vermediler. İmam Hasen-i Müctebâ'nın ve Huseyn'den sonra İmam Hasen-i Askerî de dahil olmak üzere diğer Ehl-i Beyt imamlarının durumu da aynıdır. “İlkelerden, dünyevî çıkarlar uğruna taviz verilmez” ilkesi, başta gelen usulî ilkedir. (Leküm Dînüküm veliye dîn). “Kimseye din dayatılmaz” ilkesi de, taviz verilmeyecek usûlî ilkelerden birisidir. Bu sebepledir ki, Sevgi'nin Adaleti Düzeni'nin, bugün kullandığımız terimle: Hukuk Devleti'nin kurulabilmesi için, önce Hukuk Devleti'nin usulî ve maddî ilkelerinden taviz verme yetkisinin yönetimde olmadığını kabul etmek, bu bilince ulaşmak gerekir. “Leküm Dînüküm veliye dîn”, bu anlamı da kapsamına alır, yoksa Din'in sadece inanç ilkeleri bölümü için değildir. Bundan sonra da sadece dinin inanç ilkeleri bölümü için: “Lâ ikrâhe fîd-dîn” (dinde dayatma olmaz) ilkesi gelir.

“Muharrem iftarı” davetine icabet edeceğimi ve izlenimlerimi Azîzan'a aktaracağımı yazmıştım. Muharremde ve Ramazan dışındaki bütün diğer aylarda tutulan oruç, farz olmamakla birlikte, Allah rızası, kurbet için niyet edilirse, elbette ibadettir. Ne var ki, Ramazan orucunun sûnnîlere mahsus bir ibadet, bunun gibi: namazın da sûnnîlere mahsus bir ibadet olduğunu söylemek, Ehl-i Beyt mezhebi açısından da doğrulanacak bir görüş değildir. Esasen bu gibi ihtilâflar doğmaması için, Emîr-ul-mü'minîn örneğini unutmamak gerekir. “Şah-i Velâyet”, Kâbede doğan tek insandır. Bu da İslâm'ın tek kıblesi olduğunu göstermek, aynı zamanda Beyt'in ehlinin kim ve kimler olduğunu göstermek içindir. “Şah-i velâyet”, Ramazan ayında, imsakden sonra, oruçlu iken ve namazda secdeye varmış iken İbn Mülcem'in zehirli kılıç darbesine maruz kalmış ve 21 Ramazan gecesinde irtihal etmiştir. Şehit olduğunu söylemiyorum, çünkü O esasen hayatında da şehîd idi.

Kimseye din dayatılmaz, ne var ki kimseden de bu ilke gereğince kendi dinî inançlarından feragat etmesi, taviz vermesi de istenemez. Bu da dolaylı bir dayatma olur.

Ehl-i Beyt sevgisi, kâmil îmân alâmetidir. Bu sevgiyle deyişler söylemek, saz çalmak, Mevlevîler gibi sema' etmek de güzeldir, ancak, bunlar “tarîkat” tezahürleridir, bunları “sûnnî ibadet şekilleri” karşısında “alevî ibadeti” diye nitelemek, Alevîliğin İslâm'dan başka bir din olduğunu ileri sürenlere yarar. Bunu bazı Alevî Azîzan düşünmüyorlar mı? Hacı Bektaş-i Velî, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, ve daha nice Ehl-i Beyt yolu erenleri bu görüşte idiler.

Perşembe günü, Azizan'dan Prof. Dr. Kenan Gürsoy'un sohbetinde, Gazi üniversitesi Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi müdîresi Filiz Hanım ile tanıştım. 2007 yılında, Gölpınarlı Sempozyumu dolayısıyla İran'da iken, bir Zat'ın elinde bu Merkez'in yayını olan Hacı Bektaş Veli Makalatı'nı görmüş ve ondan sonra bir türlü bu kitabı edinememiştim. Huseyn sevgisini geçen perşembe günü içtenlikle açıklayan Filiz Hanım, bu kitabı “Muharrem iftarı” sırasında, ertesi gün, bana verdi. (Allah O'nu Fâtıma'dan ayırmasın). Ey Azîzan, bu kitapta, Hacı Bektaş-i Velî (Sırrı kutlu olsun), Yüce Sevgili'nin bu yoldaki başka sözlere ihtiyaç bırakmayan eşsiz vasiyetini zikretmekte: Ben size iki değerli şey bırakıyorum, biri Allah'ın kelâmı ve diğeri Ehl-i Beyt'im.

İşte ey Azîzan, sözün özü budur. Azîzan'dan Reha Bey'in ve bütün diğer canların, Tayyib Bey'in, Huseyn sevgisiyle tertip ettikleri ve destekledikleri bu toplantı dolayısıyla sa'yleri meşkûr olsun. Allah bizi Ehl-i Beyt sevgisinden ayırmasın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Hatemi Arşivi