Hicret ve Kerbela

Hicret ve Kerbela

Hıristiyan dünyasının yılbaşı Hz. İsa Peygamberin (a.s.) doğum günü, İslam dünyasının yılbaşı Hz. Muhammed Peygamberin (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye hicretidir.

Babasız dünyaya gelmek insanlık âleminde sadece Hz. İsa’ya nasip olmuş büyük bir mucize olarak bugünü babasız Adem’in (a.s.) dünyaya geldiği süreçten sonra ikinci bir babasız dünyaya gelme olayı olarak görürsek insanlık tarihinde eşsiz ve iman boyutundan da bir o kadar önemli olduğunu söyleyebiliriz.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hicreti ise yepyeni bir dünyanın kuruluşunun tarihidir. Hz. İsa’dan sonra yaşanan fetret devrinin ardından gönderilen Allah’ın büyük elçisi, susturulmaya ve öldürülmeye çalışılmış, ama Allah müşrik inkarcılara bu fırsatı vermemiş, elçisini yepyeni bir dünya kursun diye o zamanki adı “Yesrib” olan bir şehre hicret ettirmiştir. Büyük önder, sevgili Peygamberimiz orada Medeniyet’in temellerinin atıldığı Asr-ı Saadet çağını başlatmıştır.

Bu açıdan Hicret dünya için yepyeni ufuklara açılmanın ve çok büyük gelişmelerin başlangıç tarihi idi. Eski dünyanın binlerce yıllık mazisi olan büyük gücü olarak yaşamış Pers İmparatorluğu çökmüş, Eski medeniyetlerin en büyüklerinden olan Roma İmparatorluğu gücünü çok büyük oranda kaybetmiş ve yepyeni bir dünya devleti doğmuştu. İslam Medeniyeti dünyayı yeniden şekillendirmeye hicret ile başlamıştı. Yesrib’teki Arap Köylülerini, çobanlarını, Mekke’nin tüccarlarıyla birleştirmiş, Yahudi kabilelerini de vatandaşlık bağıyla kendisine bağlamış, çevredeki savaşçı, vurguncu ve eşkıyaları ya ıslah edip kendine bağlamış ya da yok ederek, Arabistan’ın güvensiz topraklarına güven, huzursuz gönüllere huzur getirmiştir.

Hicret, dünya tarihinin yeniden yazılışıydı. Hicret günahlardan arınma, dünyevi olanı geride bırakma ve ilahi adaletin hâkimiyet alanının herkesi içine alacak şekilde genişletilmesiydi.

Hicret, kölelerin esaretten kurtuluşu, kadınların da erkekler gibi insan olduğunun ve haklara sahip olduğunun tescili idi. Hicret, kula kulluğun ayaklar altına alınıp, herkesin Allah karşısında eşit olduğu gerçeğinin ilanıydı.

Hicret, korkuların güvene çevrildiği, kötülüklerin ve baskıların geride kaldığı, adalet ve yardımlaşmanın zirveye çıktığı bir sürecin başlangıcıydı. Hicretin anlam ve öneminin kavranması Müslümanlara çok şey kazandıracaktır. Hicreti tarihte yaşanmış ve bitmiş bir olay olarak değil. İslam’ın insanlığa kazandırdığı bir değer olarak görmek gerekir.

Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Melekler kendilerine zulmedenlerin canlarını alırken:

Ne haldeydiniz? derler. Onlar da derler ki:

Biz yeryüzünde güçsüz bırakılmış kimselerdik. Melekler:

Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de oraya hicret etseydiniz ya! derler.

Onların yeri cehennemdir. O, ne kötü bir dönüş yeridir.

Yalnızca, erkek, kadın ve çocuklardan hicret için yol bulamayan güçsüz bırakılanlar müstesnadır. Allah'ın onları affetmesi beklenir. Allah, affedendir, bağışlayandır.

Kim, Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde birçok geniş yer bulur. Kim, evinden Allah'a ve Resulüne hicret için ayrılır sonra da kendisine ölüm yetişirse, onun mükâfatı Allah'a aittir, Allah, çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” (Nisa: 97-100)

Kerbela

Hicret bir dönüşümün başlangıcıydı, Kerbela da başka bir dönüşümün başlangıcı oldu. Allah Resûlü’nün torunu Hüseyin’in şehid edilmesi, İslam dünyasında büyük acıların ve bitmeyen bir yasın başlangıcı oldu. Bu olayla ümeyyeoğulları, Haşimoğulları’nın ellerinden aldığı siyasal iktidarı yıllar sonra kanlı bir şekilde yeniden elegeçirmişlerdi. öldürdükleri aslında sadece Peygamberin torunu değil, onun öğretilerinin siyasal hayata katılımı idi. Kerbela süreci, zalim sultanların, insanları Allah adına hevâ ve heveslerine uygun şekilde yönetmeye ve dini sadece toplumları zapt etmek ve kendi ikbal ve emelleri uğrunda savaştırıp, hakimiyet alanlarını sağlamlaştırabilmek için bir argüman olarak kullanmaya başladıkları süreçti.

Kerbela, kendilerini Allah’ın vekili (halifetullah) veya Allah’ın gölgesi (zıllullah) olarak gösterip, tahtlarını kutsallaştırıp, dini hayata müdahil olmaktan çıkarıp, diledikleri gibi dine müdahale ederek çıkar amaçlı kullandıkları bir sürecin başlangıcıydı.

Hicretin arındırıcı, adil ve güven veren atmosferi, Kerbela’da kirletici, zalim ve korkular üzerine kurulan bir devlet ile tersine dönüşmüştü. İslam’ın hoşgörü ve istişareye dayalı hayat anlayışı yerini zorbalığa ve gaddarlığa, katilliğe ve hainliğe ve sözde Müslümanlığa terk etmişti. Din hayatın lokomotifi olmaktan çıkmış, daha çok sembolik bir değerler sistemine dönüşmüştü.

Aradan geçen bin küsur yıldan sonra yeniden hicret ruhunu özümsemeye ihtiyacımız var. Kerbela’da Hz. Muhammed (s.a.v.) ‘in yolunu kapatan ve emanetlerini yok eden güçlerin zorbalığından kurtulmaya ihtiyacımız var. İslam’ın semboller ve ölüler dini olmaktan çıkarılıp, hayat dini olarak görülmesine ihtiyacımız var. Ama başkalarının hayatını düzenleyen bir dinden önce kendi hayatımızı düzenleyen bir din olarak…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi