Kendi Kardeşlerinin Gözünü Oyan Haçlılara Güvenilmez!
Onikinci yüzyıldayız, yani 1100’lü yıllar. Ortadoğu cadı kazanı gibi. Müslüman devletler, devletçikler, prenslikler... Bizans, Frank/Haçlı krallığı, prenslikleri... Entrikalar entrikalar entrikalar...
İngiliz tarihçi Steven Runciman’ın “Haçlı Seferleri Tarihi”nin ikinci cildindeki (Türk Tarih Kurumu yayınları) şu satırları birlikte okuyalım: “René (de Châtillon) Patrikten para talep etti ve vermeyince de bir kızgınlık nöbeti içinde onu zindana attırdı. Papas burada zalimane bir şekilde döğüldü ve bundan sonra yaralarının üzerine bal sürülerek uzun bir yaz günü boyunca kızgın güneş altında ve zincire vurulmuş olarak içkalenin damında bütün civarın haşaratının saldırısına terkolundu. Bu muamele etkisini göstermekte gecikmedi. Bahtsız patrik böyle bir günün cehennem azabına bir daha tahammül etmektense paraları vermeyi yeğledi.” (s. 290)
O tarihte Kıbrıs, Bizans toprakları içindeydi. Adanın valisi Konstantinopl’deki imparatorun yeğeni İoannes Komnenos idi. Mükemmel bir savaşçı olan Mikhail Branas valinin yardımcılığını yapıyordu. Frank prenslerinden ve kumandanlarından René de Châtillon, Ermeni Kralı Thoros ile birlikte Kıbrıs adasına saldırdı. Karşı koyan Vali İoannes ile kumandan Branas esir düştüler. Bundan sonra olup bitenleri yine Runciman’ın kaleminden okuyalım:
“Başarıya ulaşan Franklar ile Ermeniler bundan sonra Ada’nın her yerine dağılıp gözlerine ilişen her şeyi, kiliseler ve manastırlar dahil olmak üzere bütün dükkanları ve özel evleri soyup soğana çevirdiler ve ateşe verdiler. Bütün tarlalar da yakıldı. Hayvan sürüleri ve ahali bir araya toplanarak sahile doğru itildiler. Kadınlara tecavüz edildi, hareketten aciz olan ihtiyarlar ve çocuklar boğazlandı. Cinayet ve tecavüzler bir bakıma Hun ve Moğolların kıskançlığını uyandıracak bir mertebeye ulaştı. Bu müthiş kâbus hemen hemen üç hafta sürdü. Bundan sonra bir (Bizans) imparatorluk donanmasının yaklaştığı söylentileri çıkınca Renaud gemilere çekilme emrini verdi. Gemiler ağızlarına kadar ganimetle dolduruldu. Gemilerde yer bulamayan sürüler eski sahiplerine çok yüksek fiyatla satıldı. Her Kıbrıslı kendisi için kurtuluş akçesi ödemeye zorlandı; ancak bunu ödeyecek para gerçekten kalmamıştı. Bu sebeple vali İoannes Komnenos ve (kumandan) Branas, ileri gelen ruhanîler ve memleketin büyük çiftlik sahipleri ve tüccarı ve aileleri ile birlikte fidyeleri gönderilinceye kadar zindanda kalmak üzere Antakya’ya götürüldüler; bazı kimseler ise uzuvları kesilerek ve hakaretle İstanbul’a gönderildiler. Kıbrıs adası Fransızlarla bunların Ermeni müttefiklerinin yaptıkları tahribatın ve vermiş oldukları zararın etkisinden bir daha hiçbir zaman kurtulamadı.” (s. 291-2)
Yukarıdaki satırları bendeniz kaleme almadım. Bunları yazan, konunun dünya çapında bir otoritesi olan İngiliz tarihçi S. Runciman’dır...
Bakınız, bir kısım Hıristiyanlar kendi din kardeşlerine nasıl zulm etmişler.
Para için yüksek rütbeli bir patriği dövmüşler, yaralarının üzerine bal sürerek kızgın güneşin altında bırakarak işkence etmişlerdir.
Kıbrıs Hıristiyanlarını öldürmüşler, kadın ve kızların ırzına geçmişler, zavallı ihtiyarları ve çocukları katletmişlerdir.
Din kardeşlerinin tarlalarını, evlerini ve dükkanlarını yakmışlardır... Kilise ve manastırları tahrip edip yakmışlardır.
üç hafta boyunca adayı talan edip, soyup soğana çevirmişlerdir.
Din kardeşlerinin uzuvlarını kesmişlerdir.
Şimdi soruyorum.:
Kendi din kardeşlerine böyle yapan Haçlılar, Müslümanlara neler yapmaz?
Bazıları, Haçlıları müdafaa etmek için “Evet böyle üzücü hadiseler olmuştur ama bunlar tarihte kalmıştır..” diyeceklerdir.
Ya öyle mi? Birinci dünya savaşında Hıristiyanların birbirlerini nasıl boğazladıklarını herkes biliyor. İkinci Dünya savaşında da aynısını yaptılar.
1945’te Almanya teslim olduğu zaman, Amerikalılar bir buçuk milyon Alman askerini aç ve susuz bırakarak, yaralarını ve hastalıklarını tedavi etmeyerek, barınak sağlamayarak öldürmüşlerdir. (Kanadalı araştırıcı James Bracque “The Other Losses” isimli kitabında bu konuyu işlemiştir.)
Amerikalı Haçlıların Irak’ta yaptıklarını bütün dünya biliyor ve nice insaflı ve vicdanlı Batılı bu zulüm ve şenaatleri lanetliyor.
Camilerde inleyerek debelenen ağır yaralıları bile nişan alıp vurmuşlardır.
Bile bile sivil halkı katletmişlerdir.
Hapishanelerde korkunç işkenceler yapmış, kadınlara ve erkeklere tecavüz etmişler, Kur’an-ı Kerimleri yırtıp parçalarını helaya süpürmüşlerdir.
Guantanamo cehenneminde, insanlık tarihinde görülmemiş işkenceler yapmışlardır.
Tekrar soruyorum:
Biz Müslümanlar böyle Haçlılara güvenebilir miyiz?
Onların ellerine fırsat geçerse Irak’ta, Afganistan’da zavallı din kardeşlerimize yaptıkları zulümleri bize de yapacaklardır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Hepsi için söylemiyorum ama onların içinde her zaman René de Châtillon’lar olacaktır.
Yüce Kitabımız Kur’an-ı Azimüşşan bizi bu konuda uyarıyor, onları dost ve velî ittihaz edinmeyin diyor.
Birtakım Diyalogçu Müslümanlar, tarihteki ve günümüzdeki bunca zulme, şenaate, acımasızlığa rağmen onları bize sevimli göstermeye çalışıyor. Gafletin böylesi nerede görülmüştür’?
(The other losses kelimeleriyle Google’da aradım, yedi milyondan fazla veri çıktı. Onlardan birini yazıyorum;
Us_war_crimes/Eisenhowers_death_camps).
Kürtlerin ve Alevîlerin Azınlık StatüsünüKazanmaları Türkiyenin Bütünlüğünün Sonu Olur
AVRUPALILAR ülkemizde yaşayan Kürt ve Alevî vatandaşları azınlık haline getirmek için yıllardan beri açık veya sinsi çalışmalar ve yönlendirmeler yapıyor. Türkiye’nin yapısı buna müsait midir? Kesinlikle değildir. Onlar Türkiye’yi parçalamak istiyor. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Bu işler parasız, bedava mı yapılıyor? Hayır... Milyarlarca dolar veya euro harcanıyor. Birileri de hisselerini, nasiplerini alıyor.
Bizdeki Derin Devlet bazı Alevî gruplarını elaltından destekliyor. Nasıl bir destek, bu? Parasal destek, parasal destek.
PKK, büyük bir sektör haline gelmiştir. Uyuşturucu, silah, akaryakıt, koyun kaçakçılığı ile büyük paralar vuruluyor. Kimler yapıyor bu işleri? Sadece PKK’lılar mı? Hayır... Ortakları, işbirlikçileri var. Birlikte kırışıyorlar.
Türkiye’de terörü bitirmenin ana şartlarından biri, terör ticaretini bitirmektir. Bu ticaret devam ettiği müddetçe PKK (veya yarın başka isimli bir teşkilat) teröre devam edecektir.
Politikacıların, medyanın, kamuoyunun bu ticaret üzerine gitmesi lazımdır. Medyamızın, PKK terörünün tozu dumanı içinde yapılan korkunç kaçakçılıklara, kazanılan efsanevî kazançlara ses çıkartmaması gariptir.
Birtakım Derin güçler, ülkemizdeki Derin Kolonyal Sistemi devam ettirebilmek için Türklerle Kürtleri, Sünnîlerle Alevîleri, Sağcılarla Solcuları, Dincilerle Laikleri birbirine düşman etmiş ve çekiştirip tepiştirmektedir. Bu şeytanî siyaset ve strateji, sonunda Türkiyemizi parçalanmanın eşiğine götürdü.
Sünnî bir Başbakanın Alevîlerin iftarına gitmesi son derece olumlu ve sevindirici bir gelişme iken birtakım şahıslar ve grupların bundan son derece rahatsız olmalarını anlamak mümkün değildir. Böyle bir şey toplumsal barışa, millî mutabakata faydalı değil midir ki, karşı çıkıyorlar?
Resmî ideolojiyi, sistemi/düzeni, oligarşik yapıyı ayakta tutmak için Alevîleri ve Alevîliği kullananlar devletimize, ülkemize, halkımıza büyük fenalık yaptıklarını ne zaman anlayacaklar?
Bu memlekette Türk Kürt, Sünnî Alevî, Sağcı Solcu, Dinci Laik herkes devlet taraftarı olmalıdır. Bozukluk devletin kendisinde değil, sistemde veya düzendedir. Devletle sistemi özdeşleştirenler bütün hayırlı reformlara kapıyı kapamış olduklarının farkına ne zaman varacaklar?
Kürtlerin ve Alevîlerin azınlık statüsünü kazanmaları, Türkiye bütünlüğünün sonu olur. Bütün iyileştirmeler bütünlük, üniter yapı içinde halledilmelidir.