Mustafa Çelik

Mustafa Çelik

Mü’min, Kur’an’dan, Kur’an’a hizmeti kadar

Mü’min, Kur’an’dan, Kur’an’a hizmeti kadar

Kur’an ölüler kitabı değil, diriler kitabıdır. Cahiliyyenin öldürdüğü hayatları diriltmeye gelmiştir. O'na inananlar, O'nunla amel edip hükümlerini uygulayanlar, hayatta iken hayatta olanlardır. Kur’an, hikâye kitabı değil, hüküm ve hükümet kitabıdır. İnsanlar arasında hüküm etmek, onun hakkıdır. Onun bu hakkını başkasına vermek, ona hıyanette bulunmaktır. Allahû Teâla buyuruyor:
“Biz sana Kitap (Kur'ân)ı hak olarak indirdik ki; insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma!” (Nisa Sûresi / 105)
Kendi iktidar alanlarında Kur’an’la hüküm etmeyenler; Kur’an’a karşı hıyanet içinde oldukları gibi, Kur’an’la hükmetmeyenleri iktidara taşıyanlar ve iktidarda kalmasına yardımcı olanlar da, aynı şekilde Kur’an’a karşı hıyanet içerisindedirler. Çünkü Allah’ın mülkünde Kur’an’la hükmetmeme hakkı hiç kimseye verilmemiştir.
Kur’an, Allah’ın sözüdür ve Allah, Kur’an aracılığıyla kullarına “anlatmakta / konuşmakta”dır. Konuşan (Allah), bu Kelâm’ı ortaya koyarak amacını gerçekleştirmiştir. Muhatapların görevi de bu Kelâm’ı, kastedilen bağlam ve mânâda anlamak, anladığını uygulamaya koymaktır. Ancak bu Kelâm’ı anlamaya girişirken öncelikle onu anlamanın ve bu girişimin temel birtakım ilkeler içerdiğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Zira bizzat “anlamak” eylemi bile doğru ve yanlış gibi iki istikamete sahiptir. Elimizde bu temel ilkeler bulunmazsa, Kur’an metninin bize söylemek istediğini yanlış anlamış oluruz ki; bu, onu anlamamaktan daha vahim sonuçlara yol açar. Kur’an’a iman etmeyen, onun hükümleriyle amel etmeyen Kur’an’dan bir şey anlamaz. Kur’an muttaki olmayanlara değil, muttaki olanlara hidayet rehberliği yapar. Rabbimiz buyuruyor:
“İşte o kitap, bunda şüphe yok, müttakiler (kötülükten korunacaklar) için hidayettir.
Onlar ki; gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızktan (Allah yolunda) harcarlar.” (Bakara Sûresi / 2-3)
Bu ayet-i kerimede geçen takva, şeytan ve şeytanî güçlerin telkinlerinden, ilkelerinden Allah’a sığınmak anlamındadır. Takvanın bir mânâsı da, Kur’an düşmanlarına karşı İslâmî cephede yer alıp sipere girmektir. Yani fiilen Kur’an hizmetinde bulunmaktır. Kur’an’ı hayattan mahkûm etmeye çalışanlara karşı oluşturulan İslâmî cephede yer almayan ve sipere girmeyen, Kur’an’ın hidayetinden istifade edemez. Kur’an’ın hidayetinden istifade etmeyen de Kur’an’ı anlayamaz. Elbette ki Kur’an, anlaşılmak için okunur. Zira Allahû Teâla’nın, Rasûlullah (s.a.v)’e Kur’an’ı indirmesinin amacı, onu insanlara duyurması ve iletmesidir. İnsanlar da kendilerine duyurulan ve iletilen bu mesajı anlamak ve uygulamakla yükümlüdürler. Zira hayatlarını Allah’ın istediği istikamette düzenlemekle sorumlu tutulan insanlar, bunu ancak kendilerinden isteneni anladıkları zaman yerine getirebilirler. Rabbimiz üsve-i hasenemiz olan Hz. Muhammed (s.a.v)’e yol gösteriyor:
(De ki): "Ben ancak her şeyin sahibi olan ve burayı kutlu kılan bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Yine bana Müslümanlardan olmam emredildi."
"Ve Kur'ân'ı okumam emredildi." Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: "Ben sadece uyarıcılardanım." (Neml Sûresi / 91-92)
Kur’an-ı Kerim’e karşı keyfîlik olmaz. Kur’an-ı Kerim’e iman etmişiz. İman ettiğimiz kitabın bizim üzerimizde bir hakkı ve hukuku vardır. Kur’an’a iman etmiş olanların onu okuma, anlamaya ve uygulama mesuliyetleri, mükellefiyetleri vardır. Ancak bir gerçek vardır ki; Kur’an’a açılmayana, Kur’an kendisine açılmaz. Kur’an’da hayat ve saadet bulanlar, Kur’an’ın hizmetinde olanlardır. Şunu bilelim ki; hayatın ustası olanlar, hizmet-i Kur’aniyye’nin çırakı olanlardır. Mü’min kişinin Kur’an’dan anladığı, Kur’an’a hizmeti miktarıncadır. Kur’an’a hizmeti olmayan kişi; Kur’an’ı okusa da, tefsirini yapsa da kendi önyargılarının avcısı olmaktan kurtulamaz. Kur’an’ın satırları ve ayetleri arasında kendi önyargılarını arayıp duranlar, hizmet-i Kur’aniyye'ye elveda edenlerdir.
Kur’an hizmeti kutsaldır. Hiçbir hizmet Kur’an’a hizmetin fevkinde olamaz. Said Nursî (r.a) der ki: “Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle kalbime geldi ki; bütün tarikatların başı, bütün gezegenlerin güneşi, Kur’an-ı Hakîm’dir. Hakiki tevhid-i kıble bunda olur.” (Mektubat, Sh: 331, İst / 1978)
Kur’an hizmeti, tevhid-i kıble edinenlerin işidir. Kur’an hizmetinden feragat edenlerin kıblesi, tevhid olmaktan çıkar. Hayatının merkezine Allah rızasından başka şeyler oturur. Böyle bir durumda olan birisinin Kur’an’ı anlaması, Allah rızasından başka rızalarını kazanmak istediklerinin muradı kadardır. Bunlar, hak ile batılı murad edenlerdir. Hak ile batılı murad edenlerin, Kur’an’dan nasibi olmaz.
Bütün peygamberler ve onların sadık varisleri, dine hizmet ederken insanlardan istiğna göstermişler, onlardan gelecek maddi ve manevi mükâfattan istinkâf etmişlerdir. Hakeza Rasûlullah (s.a.v) ve ashâbı da aynı şekilde davranmışlardır. Bunun diyoruz ki; şahsi kanatlarını, önyargılarını bir kenara koyup, saf bir yürekle Kur’an’a yaklaşan ve hayatını Kur’an’a adayan kişi ve kimselere Kur’an’ın mânâ hazineleri açılır. Ehl-i iman olarak Kur’an-ı Kerim’i anlamaya ve yaşamaya çalışırken, Hz. Peygamber (s.a.v) ve Ashâb-ı Guzinine ittiba etmekle mükellefiz. Her zaman ihlası elde tutmalı, halktan maddi ve manevi hiçbir karşılık beklemeden, kendimizin ve başkalarının önyargılarını öne sürmeden hizmet-i Kur’aniyye'de bulunmalıyız ki; Kur’an’ı anlayabilelim. Kur’an’ın hizmetinde olmayan, başkasının hizmetinde olacağından, Kur’an’dan istifade etmesi söz konusu değildir. Kur’an, kendisine inanmayan ve kendisine hizmet etmeyenlere kapalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Çelik Arşivi