MİLLİ MÜCADELEDE “ZEK” VE “ŞANS” FAKTÖRLERİNİN
Mustafa Kemal zekî biri miydi? En yaman düşmanları bile aksini iddia etmediğine göre, herhalde öyleydi. Fakat aynı zamanda şanslı mıydı? Veya şöyle soralım:
- Yaptığı onca şey içinde zekânın rolü ne kadardı, şansın rolü ne kadardı?
Bugünedek pek sorulmamış bir soru ve konuşulmamış bir konu. Belki de resmî tarihin etkisinden kurtulamamış olanlar, böyle sorduğumuz için bize kızacaklar. Ama tarihe bakışta “serbest bir perspektif”in ne demek olduğunu bilenler, bize kızanlardan daha sağlıklı bir tarih görüşü üzerinde olduğumuzu kolaylıkla anlayacaklar.
***
Meselâ Vahidüddin zekî bir adamdı, ama zekî olduğu kadar da şanssız biriydi. Osmanlı Padişahları arasında Vahidüddin ayarında bir zekâ değeri taşıyan çok az kimse vardı. Oysa kendisi tahta çıktığında, o ince zekâsıyla içinden çıkılabilecek hemen hiçbir “müşkül” kalmamıştı.
Vahidüddin tahta çıktığında, devlet ve millet, büyük bir mahvoluşun eşiğindeydi. Vahidüddin derhal ateşkes istemesine rağmen, birkaç ay içinde memleketin her köşesi işgal edilmişti. Mütareke (Mondros) hükümlerinden sonradan haberdar olmuştu.
Vahidüddin’in, düşman gemilerinin top namlularının pencerelerine çevrili olduğu bir saraydan dışarı adımını atamadığı dört senelik bir saltanatı oldu. Bu dört sene sonunda da, “vatan haini” sayılarak ülkesinden kovuldu.
***
Mustafa Kemal’inse, şüphesiz en büyük şansı, Vahidüddin tarafından Anadolu’ya gönderilmek üzere seçilmesiydi. Çünkü Vahidüddin başka bir kumandanı seçmiş olsaydı, Mustafa Kemal tarihin karşısına hiç çıkamayabilirdi.
Vahidüddin’in, Mustafa Kemal’i millî mücadeleyi başlatması için mi, yoksa Samsun yöresini bastırması için mi görevlendirdiği, bizim konumuz olmayan bir tartışmadır. Lâkin onu, neredeyse Zonguldak’tan Van’a kadar bütün mülkî ve askerî erkânın üstünde, adetâ bir “genel vali” yetkisiyle donatmış olması, herhalde “şans faktörü”ne dahildir.
***
İkinci hassas nokta, Kâzım Karabekir’in Mustafa Kemal’e itaati ve onun emrine girmesidir. Halbuki İstanbul Hükümeti, Kâzım Karabekir’e Mustafa Kemal’i tutuklama emrini vermişti. Bunda Padişah’ın katkısı var mıydı, yok muydu bir yana, Kâzım Karabekir bunu yapmış olsaydı, her şey değişirdi.
***
Bir başka hassas nokta, Ali Fuad Paşa’nın Moskova’ya gönderilmesi ve Lenin’i iknâ etmesidir. Batılı işgalcilere karşı bunun gayet zekîce bir manevra olduğuna kuşku yok. Fakat Lenin’in, henüz arkasında üç-beş kişi bulunan Mustafa Kemal’e nasıl sempati duyduğu ve destek verdiği büyük bir muammâdır.
Lenin, bu desteği almak için yanıp tutuşan Enver’e, Ethem’e, Mustafa Suphi gibilere değil, Mustafa Kemal’e itimat ediyor. Bu itimat sayesinde, Mustafa Kemal’in oluşturduğu birlikler silahlanıyor; çok geçmeden beynelmilel alanda ilk defa “devlet” olarak tanınıyor.
Bazılarına göre, Mustafa Kemal bu desteğin altında kalmamış, Batum’u terketmiş, Bakü petrolleri üzerindeki kavgadan vazgeçmiş ve Galiyev’le birlikte Lenin’e muhalefet bayrağı açmış bulunan Mustafa Suphi’yi tasfiye etmiştir; ama bir daha Lenin’in yüzüne bile bakmamıştır.
Oysa Lenin, Mustafa Kemal’i desteklemek yerine, İran üzerinde olduğu gibi Türkiye üzerinde de bir “Bolşeviklik” mücadelesine girişmiş olsaydı, Çarlık’ın yaptığı gibi Ermeniler’i veya Kürtler’i kışkırtmaya kalksaydı, Çerkes Ethem’in “yeşil orducu” kardeşlerini veya “İngiliz düşmanı” Enver ve Cemal’i destekleseydi, bugün tarih nasıl bir şekil almış olurdu?
***
Mustafa Kemal’i tasfiye etmek isteyen de çoktu. İç isyanlar bütün Anadolu’yu sarmıştı. Ama o özellikle Çerkes Ethem, Çolak İbrahim gibi çeteciler ve Albay Refet Bele gibi kumandanlar sayesinde hepsini bastırmıştı. Daha sonra onların da yüzüne bakmayacaktı.
Çerkes Ethem bir ara Mustafa Kemal’i öldürmeyi kafasına koydu. İki defa suikaste yeltendi, ikisinden de Mustafa Kemal “şansı” veya “zekâsı” sayesinde kurtuldu. Birinde, odada ikisinden başka, Çerkes Ethem’in çekineceği tek kimse olan Çolak İbrahim vardı. Ya olmasaydı?
***
Mustafa Kemal’in zekâsını belki en açık görebileceğimiz en önemli olay, herhalde Büyük Taarruz’dur. Burada Mustafa Kemal öyle müthiş bir plân hazırlar ve düşmana öyle bir darbe indirir ki, Yunan ordusu Afyon’dan Atina’ya kadar ardına bakmadan kaçmak durumunda kalır.
Ne var ki, şans faktörü burada da devrededir. Yunan kralı, sarayının bahçesinde dolaşırken, bir maymun tarafından ısırılarak ölür ve Churchil’in deyimiyle, “bir maymun ısırması sonucu tarihin akışı değişir”. Yeni kral basiretsiz biridir. Dahası, İngiliz desteğiyle Anadolu’yu işgale kalkışan Venizelos, seçimleri kaybeder; yerine Alman yanlıları işbaşına gelir ve Yunan işgaline İngiliz desteği kesilir.
En önemli Yunan millî kahramanı, Anadolu ordularının başına geçmeyi reddeder. Onun yerine tayin edilen generalin, o sırada Türkler elinde esir olduğunu bile bilmedikleri bir “muhabere draması” yaşarlar. En sonunda tayin edilen general de, karşısında Mustafa Kemal’in nasıl bir hazırlık yaptığından habersiz, İstanbul’u almak sevdasına yakalanır ve birliklerinin önemli bir bölümünü Trakya’ya kaydırır.
Büyük Taarruz, bütün bu Yunan “komedya”larından sonra başlar ve bir “Yunan maratonu”na dönüşür.
***
Sanırım bir çok örnek içinden bu kadarı yeterlidir. Bu çalışmada gözüpekliği, atılganlığı, fedakârlığı ve diğer faktörleri hesaba katmadığımız için, umarız kızanlar bize kızmazlar. Mustafa Kemal’in zekâsı yanında, aynı zamanda “çok şanslı” biri olduğunu ilk defa dile getirmenin şerefi bize yeter!