Seçim sonuçları neyi değiştirir?
Seçim sonuçlarının bazı değişikliklere yol açtığını inkâr etmemek gerekir. Ama bu değişimler, öyle halkın beklediği cinsten, istenen değişimler olmazlar pek.
Türkiye’nin demokrasi tarihinde köklü değişimler doğuran kaç seçim olmuştur? Bize sorarsanız, 1950 seçimlerinden başka örnek bulmakta zorlanırız. O zamanlar ezanın aslî diline çevirilmesi sözkonusuydu. DP bunu va’detmiş ve yapmıştı. Tek parti sultasından kurtulduğunu halk bir hayli sevinmişti.
1994 mahallî seçimleri de Türkiye’de bazı ciddî değişim sinyalleri vermişti. İslâmî siyaset, bu seçimlerde alınan başarıyla, halkın gözünde ilk defa bu kadar önem kazanmış, umut haline gelmişti. Bugüne kadarki diğer seçimleri, bu umudun bir devamı olarak da görebiliriz.
2002 ve 2007 genel seçimleri, kesinlikle 1994 seçimlerinde yakalanan dalganın yansımalarıydı. AKP, bu iki seçimde de düzene muhalefet ediyordu. Düzenin çarpıklığını anlatmaya kelimeler kifayet etmez; ama dikkat edin, düzene muhalefet eden ve halka düzeni değiştireceği umudunu veren partilere halkın rağbeti her zaman büyük olmuştur.
Ne var ki, AKP’nin bugüne kadar va’dettiği düzen değişimi adına hiçbir ciddî adım atmadığını veya atamadığını görüyoruz. Tam aksine, gittikçe düzenle uzlaşmaya, düzenin devamından yana bir tavır almaya dönük bir eğilime kapılıyor. Bu da onu halkın gözünde bir umut olmaktan çıkarıyor ve düzenin çarpıklığının da sorumlusu olarak gösteriyor.
AKP, MHP ve DTP’den aldığı desteğe rağmen, üniversitelerde türban serbestisini sağlayamamış ve bu husustaki kavgayı da sürdürememiştir. Bu işin bütün sorumluluğunu Başbakan’ın sırtına yükleyemesek bile, AKP’de Başbakan’dan başka bir “dâvâ adamı” örneği kalmamasının bütün sorumluluğu Başbakan’a aittir. Bu husustaki diğer alternatiflerden biri cumhurbaşkanı olarak, diğeri âtıl bırakılarak ve bir kısmı da tasfiye edilerek pasif hale getirilmiştir.
AKP’nin bakanları arasında “siyasî mücadele” verebilen bir tek örneğe rastlamıyoruz. İçişler ve Savunma Bakanları nâmevcuttur. Adalet Bakanı, bu işin mutfağında yetişmiş olmasına rağmen, bir zulüm âbidesi olan Hikmet Sami Türk’ten farksız bir yola girmiştir. Millî Eğitim Bakanı, makamının hassasiyeti gereği ortalarda görünmemektedir. Meydan, Batı’yla iyi ilişkiler sürdürmek üzere partiye davet edildiği anlaşılan birkaçlarına kalmıştır.
AKP’den, CHP’nin kemikleşmiş yapısına müdahale etmesini bekleyen yoktur. Kadıköy ve Beşiktaş’tan, İzmir ve Maramaris’ten birinci çıkmayı hedeflemesi bile lüzumsuzluktur. Ama Doğu’da DTP karşısında uğradığı hezimete kim tahammül edebilir? Daima düzenin değişiminden yana tavır koyan Doğulu seçmen karşısında AKP niçin beklediği başarıyı elde edememiştir?
Bu seçim, özellikle Doğu vilayetlerinde, meselenin sırf “ekonomik” olmadığını göstermiştir. Kürt vatandaşlar, AKP’nin yatırım ve kalkınma vaatlerine balıklama atlamamışlardır. TRT-Şeş açılımını tek başına fazlaca mühimsememişlerdir. Bu, şiddet olaylarının eksilmesiyle birlikte, Doğu’da meselenin devam etmekte olduğunu göstermektedir. DTP ile olan ilişkilerin ve onun taleplerine kulak tıkamanın, doğru bir yol olmadığına işarettir.
AKP, Kürt meselesi hakkında ciddî adımlar atamamaktadır. Af kelimesini şiddetle reddetmesi, bizce doğru bir yaklaşım değildir. Düzen bozukluğunun olduğu her yerde, af zaman zaman bir ihtiyaç olarak kendini göstermektedir. Özellikle siyasî af, sicil affı, vergi affı, siyasî dengesizliğin devam ettiği ülkelerde her zaman aşağıdan gelen bir talep olarak gündemde kalmaya mahkûmdur. Ne yazık ki, bu türlü dengesizlikler ortadan kaldırılamamıştır. Bir hikmet adamının ifadesiyle, “büyük dertler büyük devaları aratır; geçici tedbirler onları daha da içinden çıkılmaz hale getirir.”
İstanbul’un kaybedilen ilçelerini de sırf ekonomik krize bağlamamak gerekir. Anadolu yakasında neredeyse bütün sahil şeridinin elden çıkması, bununla beraber krizden daha çok etkilenen semtlerin zar zor da olsa elde kalmasının başka gerekçeleri olsa gerektir. Düzen partisi olmaya başlama ve düzen değişimi umudunu başkalarına terk etme gibi… Belki de “karada bize ölüm yok, nasıl olsa alırız” kibri gereği…
Türk halkı “vekar” ile “gurur”un arasını daima ince bir sezişle ayırt etmesini bilmiştir. “Mağrur olma Padişahım, senden büyük Allah var!” sözünü daima ruhunda yaşatmıştır. Başbakan, geçmişte olağanüstü vekarıyla halkın büyük teveccühünü kazanmıştı. Bu vekar, giderek gurura dönüşmektedir. AKP’ye yakışacak olan tevazu, Kılıçdaroğlu tarafından gösterilince, İstanbul kalesi temelinden sarsılmıştır.
Ve sonuç: SP’nin henüz günü gelmediği anlaşılmaktadır. AKP ise gittikçe çarpık düzenle bütünleşmesi gereği, gittikçe kan kaybetmektedir. “Kurtuluş” henüz ufukta görünmemektedir.