Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümü niçin sabotaj olabilir?
Türkiye, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünü, tabiî bir ölüm, bir “Hakka kavuşma” olarak görüyor. Ancak son zamanlarda üst üste geçirdiği trafik kazâları, kafaları karıştırıyor.
Bazıları, Yazıcıoğlu’nun, Ergenekon hakkında çok şey bildiği için ortadan kaldırılmış olabileceğinden kuşku duyuyor. Bizce bu zayıf bir ihtimaldir. Çünkü Muhsin Yazıcıoğlu’nun “konuşmayacak” kadar olgun bir adam olduğunu, konuşmasından en çok çekinen düşmanları bile takdir eder.
Fakat bizi şüphelendiren başka durumlar var ki, uzun zamandır bunları için için takip etmemize rağmen, henüz bir kimse tarafından dikkat edildiğine ve konuşulduğuna şahid olmadık. Şu: Avrupa’da Gladio sonrası yeni “derin devlet” oluşumları, giderek faaliyetlerini arttıran bir görünüm sergiliyorlar!
Avrupalılar, kendi Gladio’larını ifşâ edinceye kadar, birisi Gladio faaliyetlerinden bahsetse, ya komünist sayılırdı veya hayalperest. Şimdi de Avrupa’nın Gladio sonrası yeni Gladio oluşumlarına gittiğini, yeni bir konseptle yeniden harekete geçtiğini söylemek, kulağa aynı şekilde garip geliyor.
Oysa, masada iki lider el sıkışırken, masanın altını gören bir göz, onların tekmeleşmekte olduklarını farkedebilir. Diplomatik sırıtmalarla geçen politik toplantıların yapıldığı salonların kuytu koridorlarında, gizli servislerin birbiriyle nasıl boğazlaştıkları da bilinen bir gerçektir.
Geçen yıl Avusturya’da Haider, şüpheli bir trafik kazâsı sonucunda hayatını kaybetti. Üstelik, yanılmıyorsak, yine böyle bir seçim arefesiydi. Haider’in, Avrupa’nın orta yerinde, AB karşıtı politikalarıyla tırmanışa geçmesi yüzünden ortadan kaldırıldığı şüphesi bütün dünyayı yaladı. Ama kimse çıkıp da sırıtan AB diplomasisini suçlamayı göze alamadı.
Şunu kabul edelim ki, Muhsin Yazıcıoğlu’nun partisi, popüler bir tırmanış içinde değildi. Ne var ki, bütün Batı karşıtı eylemlerin içinden, bir şekilde bu partinin kadroları çıkıyor veya birileri tarafından AB karşıtı her radikal hareket onlarla ilişkilendirilmek isteniyordu. Avrupa, Yazıcıoğlu’na, iktidara gelme tehlikesi olduğu için değil, AB karşıtı neredeyse bütün eylemlerin odağında bulunduğu için diş biliyordu.
Ve unutmayalım ki, Avrupa, yılan gibi kindardır. Onun medenî görünümüne aldanmayınız; hâlâ en ilkel insan içgüdüleriyle hareket eden bir yapıdadır. Rahip Santoro, Zirve Yayınevi ve özellikle Hrant Dink gibi olayların faturasını Muhsin Yazıcıoğlu’na çıkarmış olması, kimseyi şaşırtmamalıdır. İsrail karşıtı bütün eylemlerde BBP’lilerin ön safta yer almasının bile “aldırmaz” görünen Avrupa’yı ne kadar kudurtmuş olabileceğini hesap ediniz!
Sözlerimizi fazla uçuk bulanlar olabilir. Onlara, İtalya’da Türk iş adamlarının otobüsünün, İtalyan şoförüyle beraber uçurumdan yuvarlanmasını hatırlatırız. Bu olay bir kazâ mıdır? Yoksa, hemen Rahip Santoro olayının akabinde ortaya çıkmış bir “tesadüf” mü? Bizim istihbaratçılarımız hiç bunu bu şekilde incelemeye almışlar mıdır? Almışlarsa hangi sonuca varmışlardır?
Sonra Malatya’daki Zirve Yayınevi olayından sonra Almanya’da artan Türkler’e karşı saldırıları göz önüne getiriniz. Bunlarda Almanya’da kurulmuş Gladio benzeri bir “gizli yapılanma”nın parmağı olabileceğinden kuşku duymayanınız olmuş mudur? Hollanda’da, Fransa’da ve başka bazı AB ülkelerinde Müslümanlara yönelik faili meçhul saldırıların arşivlerini çıkarınız!
Vakıa, AB son zamanlarda tehlikeli bir oyun oynamaktadır. Bu oyunun Türkiye üzerindeki yoğunluğu, bütün tahminlerden daha fazladır. Ve bize kalırsa, “masanın altında”, bizimkiler de bu oyunun farkındadır. Ama henüz masanın üstüne bu farkındalık yansımamıştır. Herkes birbirine sırıtmakta, Türkiye AB yolunda tam gaz ilerlemekte, İsrail’le kolkola Ortadoğu’nun garnizon komutanlığı görevine soyunmaktadır.
Bizler, Ergenekon’un İslam karşıtı, saçma sapan ideolojisine düşmanlık besliyoruz. Fakat Batı’nın Ergenekon operasyonlarından duyduğu memnuniyeti gözden kaçırıyoruz. Eğer D. Perinçek, İslam karşıtı saçmasapan bir ideolojiyi temsil etmiyor olsaydı, bugün “Karen Fogg” olayı, dindar gazetelerin gündeminde de çarşaf çarşaf yer alacaktı. Sapla samanı birbirinden ayırmak gerekir.
Hasılı, Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Batı’nın gizli güçleri tarafından bir intikam saldırısına maruz bırakılmış olabileceğinden şiddetle kuşkulandığımızı saklamayalım. İşin teknik tarafına her ne kadar aklımız ermese de… Teknik olarak “sabotaj” ihtimali, hiçbir zaman ispat edilemese de…
Özal’ın tabiî bir ölümle ölmüş olduğuna Türkiye’de birkaç “okumuş” dışında kimse inanmıyor. Bunun gibi daha bir çok “uçak ve trafik kazâsı” da biliniyor. Eğer bu kurgular bütünüyle yanlış bile olacak olsa, bu yöndeki “kuşkular” haklı ve geçerlidir. Bu kuşkulara karşı, sadece “masa altında” değil, Ulu Hakan’ın izinden giderek “masa üstünde” de tavır alınmalıdır.