Tarih bilgileri ışığında “Ermeni Meselesi”
Ermenilere “tebaa-i sadıka” demiş olmamız, herhalde tarihimizin en aymaz sayfalarından biridir. “Bir ilmin yanlışı nihayetinde ortaya çıkar” hükmü mucibince, nihayetinde, bu tabirin yanlışı ortaya çıkmıştır. Ermeniler bu tabiri hak etmemiştir.
Oysa Ermeniler, yok olmaktan Türkler’in kurtardığı bir kavimdir. Eğer gittikçe yaklaşan korkunç “Türk tehdidi” olmasaydı, Bizans onları yok etmeyi kafaya koymuştu. Eğer Romen Diyojen Malazgirt Muharebesi’nden galip ayrılsaydı, ilk işinin Ermenileri temizlemek olduğuna yemin etmişti.
Fakat Türkler Hızır gibi yetişti, Ermeniler’i uğradıkları mezalimden kurtardılar. Onlara bir Patrikhane hediye ettiler. Şark’ın her yerine dağıtılmış vaziyetten kurtarıp, İstanbul’un en güzel semtlerinde istif ettiler. Daima bütün Hristiyanlar arasında en çok onlara değer verdiler.
Peki onlar ne yaptı? Haçlılar’ı görür görmez hemen onların tarafına geçtiler. Safevîler ortaya çıkar çıkmaz, bir ânda Safevî yardakçısı kesildiler. Buna rağmen “cezâ” görmediler. Buna rağmen, Türkler zor düşer düşmez yeniden düşman safına geçtiler. Demek ki, asırlarca İslam himayesinde, varlık derdinden âzâde bir ömür sürerken, gizlice bu saati kollamakta idiler. Demek ki, “tebaa-i sadıka” değil, “tebaa-i kâzibe” idiler.
Ermeniler, Rumlar’ın, Sırplar’ın ve Bulgarlar’ın yolundan gittiler. Osmanlı eğer isteseydi, bu kavimlerin hepsini çoktan sınırdışı eder, Allah’ın mülkü içinde bir tanesini bırakmazdı. Fakat onlar fırsatını bulur bulmaz civarlarındaki Müslüman halka öyle bir katliâm ve tecavüzlerde bulundular ki, yüzlerce yıldır kendilerine aynı muamelenin yapıldığını sanırsınız…
Ruslar, Mithat Paşa’nın İngilizlere güvenerek devleti içine sürüklediği 93 Harbi’nde, Osmanlı’nın neredyse işini bitirmiştiler. Kafkaslar’da ve Balkanlar’da Müslüman sivillere hunharlıklara giriştiler. Sadece Bulgaristan denen yörede 1 milyon Müslüman Türk yaşardı. Ruslar ve Bulgarlar, bunların yüzbinlercesini birkaç ay içinde yok ettiler. Yüzbinlercesi Anadolu’ya göç etti. Bir o kadarı yollarda katledildi. Bir o kadar kadın ve kıza tecavüz ettiler.
Bu olanlar en çok Ermeniler’in hoşuna gitti. Onlar da aynı yolu benimseyerek, Ruslar’a sığındılar. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ayaklanıp, aynı hunharlıkları Türk ve Kürt ahaliye uygulamaya başladılar. Onlar da Müslüman nüfusunu yok edip, o yörelerde kendi devletlerini kurmaya yeltendiler. 20 yıldan fazla bir zaman, Anadolu’nun her yerinde, isyan üstüne isyan, mezalim üstüne mezalim gerçekleştirdiler.
İttihad ve Terakkî İhtilâli’ne en çok sevinenlerden biri de Ermeniler’di. Çünkü Ermeni vahşet örgütleri, Avrupalar’da, İttihadçı liderlerle toplantılar yapıp, Padişah’ı beraber devirmeyi kararlaştırmışlardı. Hareket Ordusu içinde onlar da vardı. İttihadçılar onlara “muhtariyet” sözü vermişlerdi. Birbirlerini o kadar severlerdi ki, Ermeniler Sultan Abdülhamid’e bir Cuma namazında suikast düzenlediklerinde, İttihadçı şair Tevfik Fikret; “Ey kutlu nişancı, attın ama yazık ki vurmadın” mealinde mısralar döktürmüştü. Şu hürriyet şairi sayılan, oğlu resmen Hristiyan olan, Çetin Altan’ın üstadı Tevfik Fikret…
Fakat İttihadçılar sözlerinde durmadıkları gibi, Umumî Harp çıkınca, Ermeniler de yeniden düşman safına geçtiler. Yeniden Türk, Kürt ve Azerî köylerinde, çoluk çocuk katliâmlarına başladılar. Ruslar önden, Ermeniler arkadan, Osmanlı kuvvetlerini bir ânda felc ettiler. Bütün Doğu Anadolu elden çıkma raddesine geldi. İttihadçılar Ermeni örgütleriyle masaya oturup bu ihanete son vermelerini istediler. Ama artık çok geçti: “Büyük Ermenistan, bir kurşun atımı mesafede” idi.
Bunun üzerine İttihadçılar, 1 milyon Ermeni’yi bir gecede evlerinden toplayıp, Anadolu dışına sürdüler. 700 bini çıkarıldı, yaklaşık 300 bini yollarda öldü ve öldürüldü. Soyuldular, dövüldüler, kadınları kirletildi. Binlerce çocuk yetim kaldı. Bunlar Osmanlı subaylarınca toplanıp, “devşirildiler.” Cumhuriyet döneminde bazıları yeni kimlikleriyle önemli mevkilere bile geldiler.
Şüphesiz korkunç bir gündü. Binlerce Ermeni, dün katlettikleri Türk ve Kürtler’in mahallelerine sığınarak, bir gecede, Türk ve Kürt kimliğine geçtiler. Eski Tarih Kurumu Başkanı, bu gibi hadiselerin daha çok Dersim yöresinde olduğunu imâ ile, bu grubun kendilerini “Kürt alevisi” olarak tanıttıklarını açıkladı. Dolayısiyle, resmî üslûb olan, “PKK Emeni’dir” deyimine fikrî destek sağladı. Evet, Dersim yöresi, hayli zamandan beri Ermeni ayrılıkçılarına ve Ruslar’a sempati duymuştur. Ama biz biliyoruz ki, tehcir sırasında “Türkleştirilen” Ermeniler, sadece Dersim yöresine veya Kürtler’in arasına karışmamıştır; Anadolu’nun her yerinde bu olmuştur.
İşte bugün Ermeni diasporası, bu hadiselerin dâvâsını güdüyor. Rakamları da şişirerek, 19’uncu yüzyılda başlattığı “Zalim Türkler” edebiyatını Batı’da sürdürüyor. Şunu da bilmek gerekir ki, bu işde her ne kadar Ruslar asıl kışkırtıcı mevkiinde görünüyorsa da, ABD’nin rolü onlardan aşağı değildir. ABD, Osmanlı ‘ya hiçbir zaman savaş açmamış, ama 19’uncu yüzyılın başından itibaren misyoner faaliyetleri ve gizli silah yardımlarıyla Osmanlı’yı yıkmanın altyapısını hazırlamıştır. Hattâ bizim edindiğimiz verilere göre, ABD’nin sinsi rolü yalnız Ermeni isyanında değil, Bulgar isyanında da, Yunan isyanında da, İttihad ve Terakkî İhtilâli’nde de tahmin edilenden çok çok fazladır.
Ve esasen Türkler’le Ermeniler’in birbirne nasıl düşman olduklarını anlamak çok kolay da değildir. Zorla “devşirilenler” haricinde, neredeyse 1000 yıldır Ermeniler tek tek ve kitleler hâlinde Müslüman olmakta ve bu surette Türkleşmekte veya Kürtleşmektedir. Bu kitle 1000 yıldır Türkler ve Kürtlerle karışmakta veya karışmaksızın kendi köylerinde, yörelerinde Türk veya Kürt olarak yaşamaktadır. Çoğu yüzlerce yıl önce ihtidâ edenlerin torunları olduklarını bilmezler bile.
Bu da gösteriyor ki, bütün bu olayların asıl sorumlusu “Ermeni” veya “Rum” değildir. Bu olayların asıl sorumlusu, Osmanlılar’ın haddinden fazla müsamaha gösterdikleri “Hristiyanlık” ve “Yahudilik” duygusudur. Eğer bu duygular bu kadar şımartılmasaydı, ne “Ermeni meselesi” olurdu, ne “Rum meselesi”, ne de dış müdahale…