Türkiye'nin özlediği tablo..

Türkiye'nin özlediği tablo..

Cuma günü çok güzel bir ortamda birkaç saat geçirdim.. Cuma namazını Yenibosna Kuba Camii Şerifi’nde kıldım..
Bahçelievler Belediyesi'nin gayretli elemanlarından ve aynı zamanda Uzak Doğu Sporları uzmanı olan Nihat Güler kardeşim birkaç gün önceden arayarak, “Sami abi, seni Cuma günü camimize bekliyoruz” dedi.. “Başka davetliler de olacak, ayrıca aşure günü münasebetiyle elbette aşure de olacak..” Aynı davet bizim ümit Göktürk’ten de gelince bu davete icabet etmek adeta kesinleşti.. Ve kalktık gittik..
Cuma namazı kılındı.. Namazdan sonra tüm cemaate aşure dağıtıldı.. 30-40 kişilik bir de özel davetli grubu vardı ki onlar da dernek yönetiminin açtığı büyükçe bir odada ağırlandılar..
Bahçelievler Belediyesi'nde hizmet etmiş başkanların hepsi oradaydı.. Aslında alışılmamış bir durum bu.. Bahçelievler Belediyesi'nin ilk Belediye Başkanı Muzaffer Doğan, daha sonra başkanlık yapan Saffet Bulut ve şu anki Başkan Osman Develioğlu.. Birbirleriyle nasıl saygılı ve samimi bir biçimde muhabbet ettiklerini bir görseniz!.. Protokol konuşmalarında birbirlerine iltifatlarda bulundular.. Kuba Camii, Bahçelievler ilçesinin en büyük camilerinden.. Bu üç başkan da karınca kararınca bu cami-i şerife hizmet etmişler.. Osman Develioğlu ise şu anki konumundan dolayı halen hizmete devam ediyor.. Kısacası, onları birbirlerine karşı sevgi içinde görünce inanın çok mutlu oldum.. Memnuniyetimi de yanımda oturan Belediye Başkan Vekili Avukat Mevlut Uyan kardeşimle de paylaştım zaten..
Ardından da konuşma sırası bize geldiğinde bu tablodan duyduğum sevinci diğer davetlilere de anlattım..
Değerli dostlarım; bunları niye yazıyorum?.. Yazmak zorundayız, zira bunlar çok önemli işler.. Siyasetçi, milletvekili olur, belediye başkanı seçilir, ondan sonra yapacağı ilk iş, öncekini tanımamak olur.. Arkadaş da olsa, dost da olsa fark etmez.. Hasetlik, arkadaşını kıskanmak, başarılı bir insanın yoluna taş koymak, bu ülkede sıkça gördüğümüz işler.. öyle kişiler biliyorum ki, yıllarca başkanlığını yaptığı belediye binasından içeriye sokulmuyor.. Aynı partiden halef-selef insanlar birbirleriyle selamı kesmişler.
Böyle negatif fotoğraflar fazla olduğundan dolayıdır ki başkanların dayanışması olarak gördüğüm bu güzel tabloya doğrusu önce şaşırdım.. Ama Bahçelievler ilçesinde yaşayan bir insan olarak da şahit olduğum bu birlik ve beraberlik içeren tablodan fevkalade memnun oldum.. üç başkanı da tebrik ediyorum ve orada ettim de zaten!.. Ancak Osman Develioğlu Başkan’a duble tebriklerimi yolluyorum.. çünkü o şu an komuta merkezinde.. Kucaklayıcı pozisyonda ve makamda.. Ve de bunları pek sık yaptığını söylüyorlar bana..
Bu tablonun her alanda ülke sathına yayılması en büyük temennimdir..

YAHYA BABA’NIN HİKAYESİ..
Yazımızın ikinci kısmında bir ibretlik kıssayı aktarayım sizlere.. Bir Allah dostunun hikayesi..
Yahya Baba namıyla maruf zat-ı muhterem, II. Bayezid Han zamanında Edirne’deki Bayezid Külliyesi’nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları, et, sebze, bakliyat, hoşaf, vs pişirir.. Onun ihtisası ise pilavdır.. Mübarek zat, işe bir girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.. “Pirinçleri Salavat getirerek ayıklar, yağını Tekbirlerle eritir, tuzunu Besmeleyle koyar, suyunu ise Fatihalarla döker kazana..” Zaman zaman da gözlerini yumar ve enbiyayı, evliyayı, aracı yapar, Allah’tan(cc) bereket diler..
Onun pilavı çok lezzetlidir ve herkese yeter, hatta artar bile.. Fakat o tek pirinç tanesine bile kıyamaz.. Artanı Tuna nehrindeki balıklara atar.. Balıklar onun geleceği saati bilir ve köprü başında toplanırlar..
Günlerden bir gün Kilercibaşı Rüstem Ağa bakar ki pilav artıyor, pirinci Yahya Baba’ya az vermeye başlar.. Ama Yahya Baba kilercibaşına bir kere bile “verdiğin pirinç pilav yapmak için az” demez!.. Kilercibaşı her gün pirinç miktarını biraz daha kısar ama Yahya Baba’nın pilavı azalmaz, aksine çoğalır.. Gani bir şekilde herkes doyar.. Tuna’nın balıkları bile artanlardan nasibini alır.. Rüstem Ağa son derece şaşkındır ve bunu tek kelimeyle izah etmeye çalışır; “Bu bir keramet, bu adam bir veli!..”
Ardından Yahya Baba’yı birkaç gün daha dener ve durumdan iyice emin olunca Padişaha çıkar.. Olayı anlatır ve ardından kanaatini söyler; “Sultanım, bu Yahya Baba boş değil” der.. Cennetmekan Bayezid-i Veli, gönül ehli olduğu kadar ehli tarik bir padişahtır.. Aşçı ile tanışmak ister.. Kilercibaşı ile bir plan yaparlar.. O gün Yahya Baba’ya her zamankinden daha da az pirinç verilir.. O da her zamanki gibi okur, üfler ve Halik-i Zülcelal’den “Halil İbrahim Bereketi” diler.. Pilav her zamanki gibi çok lezzetli olur, üstelik kazanlara sığmaz.. Yemekler yenir, Yahya Baba artanları yine yüklenir ve Tuna’nın yolunu tutar.. Nehrin yanına gelir, tam kepçeyi daldırıp artan pilavı balıklara atarken bir anda Padişah ortaya çıkar.. “Bre ne oluyor, burada” der.. Ve ardından sesini daha da yükselterek bağırır; “Ey adam, devlet malını israf mı edersin yoksa?..”
Yahya Baba’nın nutku tutulur ve öylece kalakalır.. Ancak esas keramet işte o zaman tecelli eder.. Balıklar kafalarını sudan çıkarırlar ve hep bir ağızdan şöyle derler; “Ey Sultan, koskoca devletin artığını bize çok mu görüyorsun!..”
Bunun üzerine, “Aman Ya Rabbi” der, hünkar!.. “Binlerce kere tövbe!.. Ben ne yaptım?.. Sen, isyan eden kullarının bile rızkını gönderen Ulu Allah’sın!.. Ben kimim ki?.. Sıradan bir kul.. Bir garip Bayezid!.. Af eyle beni Ey Yüceler Yücesi..”
Peki Yahya Baba ne yapmıştır bu durum karşısında?.. O öylesine mahçuptur ki, anlatılamaz.. Utancından, secdeye kapanır ve Allah’ına sığınır..
Sultan Bayezid-i Veli onun yerden kalkmasını bekler, ama nafile..
Mübarek adam, ruhunu teslim edip kavuşmuştur Alemlerin Rabbine..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi