Zorba mantığı: 'Onlar bizi ezmeden; biz onları bugünden..'
Evet, bir hayâlî korku ve vehim, hattâ bir 'paranoia' uğruna ellerindeki mevcud imkânlarla zulümlerini daha bir pekiştirmek yolunda, 'taife-i laicus'..
Yıllardır millete kan ağlatanlar, şimdi, 'ceza kanununda belirtilen hususlara ve genel ahlâka aykırı olmadığı müddetçe, örtünmeye müdahale edilemiyeceği'ne dair bir maddenin anayasada yer almaması için, adeta can havliyle diye çırpınıyorlar.. Halbuki, ilerde iktidara gelebilirlerse, Ceza Kanunu'na bir madde ekleyerek, muradlarına yine erebilirler.. Hattâ, 'genel ahlâk' tarifini bile, diledikleri şekilde esnetebilirler; C. Arıtman gibiler ve onun Baykal gibi hâmileri oldukça.. Ama, galiba, o hususta da pek ümidleri kalmamış olmalı.. çırpınmalarının sebebi bu ve de, anayasa değişikliğinin 'darbe'ler dışında kolay yapılamayışı ve böyle bir serbestliğin kalıcı olacağından korkmaları..
12 Eylûl 80 Darbesi'nin‚ (diktatörler kendilerini hep kurtarıcı saydırdıklarına göre, elbette ki), 'kurtarıcı' diktatörü Evren de, dün, 'Biz türban değil de, 'bone' önermiştik.. O zaman Anayasa Mahkemesi kararı çıkmamış. Yalnız, bizim baskımızla YöK türbanı yasakladı. O sıralarda Keçeciler bakandı, hanımı toplantılara geliyor, kokteyller falan oluyor. Başını sarmış, hani böyle bone gibi. 'Bak' dedim 'ne kadar modern bir şey, böyle taksalar olmaz mı?' dedim. (…) Şimdi türbanla onun ne alâkası var.'
Yani, bir daha ortaya çıkıyor ki, başı açıklık, bir elit tabaka zevki ve dayatması.. Siz Evren'in zevklerine karışamazsınız, ama, o ve benzerleri, başkalarının zevklerine karışma hakkına otomatik olarak sahibler!. Kendi zevkini başkalarına dayatmak, çok mu uygar bir davranış?
Millet, beylerin/ paşaların göz zevklerine göre giyinmeye mecbur mu?. Milletin büyük ekseriyeti de; tutup, 'Biz de filanların afralı-tafralı üniformalarından hoşlanmıyoruz, adam gibi giyinsinler!' dese, n'olacak?
Bir zorba güruhu, kuyuya bir taş atıyor, milyonlarca akıllı, onu oradan çıkaramıyor..
22 Ocak akşamı, Mehtâb tv.'de Eser Karakaş, 'örtülü bir kamu görevlisinin örtülü olmayanlara kamu hizmeti sunarken, tarafsız olmayacağı ve taraf gözeteceği' şeklindeki kayguları cevablamakta kendisinin de zorlandığını söylüyordu. Buna, Gülay Göktürk mâkul cevabı, karşı sual sorarak veriyordu: ' örtülü hanımlar da, örtülü olmayan hanımların vereceği kamu hizmetinde, kendilerine haksızlık yapılacağını düşünemezler mi?'
Bu arada, Devlet Bahçeli'nin ilginç tavır değişikliğine ne demeli?
İki gün önce 'kamu hizmetlerinin sunulmasında ve alınmasında genel ahlâka aykırı olmadıkça, kılık-kıyafete sınırlama getirilemez..' kabilinden görüşler açıklayan Bahçeli, şimdi, 'Kamu görevi yapanlar kılık kıyafet düzenlemesine uyacaktır. Yüksek öğrenim dışındaki mevcud uygulama aynen devam etmeli, lise ve ilkokullarda bir değişiklik olmamalı' diyor.. Baykal da bunu fırsat bilerek, doğru bir söz söylüyordu, dün CNN'de; 'Türbanı, inanç özgürlüğü çerçevesinde ele alıp halletmek istiyorlar.. Pekiy, üniversitelilerin inancı var da, lise ve ilkokullardaki öğrencilerin inancı yok mu? (Sanki, demesi gerekliymiş gibi) 'Tıp fakültesinde, hastanelerde çalışan 6. sınıf öğrencisine 'başını aç' diyecek misiniz? Sadece yüksek öğrenim gören öğrencilere bu hakkı veriyorum dersen, lise öğrencisinin de hakkı yok mu? Bu ayrımcılık olmaz mı? O da, 'Ben de sorumluluk üstlenecek yaşa geldim. İnandığım kılık-kıyafeti giymek istiyorum' derse, n'olacak?'
öyleyse, hak isteyenlere zorbalığa devam.. Aksi halde, kıyamet kopacak zannediyorlar..
'Biz 80 yıldır, laik uygulamayı asıl norm olarak kabul ettirdik, şimdi normal olan bu ve ona aykırı olan her şey, anormal.. Bize karşı olanlar, mantıklı sözleri söyleyecek bir merhaleye gelmeden, dilleri ve kellelerini koparmalıyız.. Devrimci hışmımız, onları boğmalı.. Kanla, dârağacıyla kurduk bir bu düzeni!.. Mantıklı düşünen beyinlenlere, ölüm!. Biz nasıl ister ve ne kadar müsaade edersek, o şekilde düşünülmeli!..'
Fatma K. Barbarosoğlu, Yeni Şafak'ta, 22 Ocak yazısında,'... başörtüsü karşıtı kadınlar, rasyonel bir dil ile değil, irrasyonel bir dil ile konuşuyor. Savunmakta oldukları konumu, korku ve tiksinti üzerinden ifadelendirmeye çalışıyorlar. Bir taraftan tiksintilerini açıklayıp, bir taraftan da başörtülü muhatabına beyniniz yıkanmış diyorlar' diye özetliyordu, durumu..
Haksız mı?
*
önemli olan, yer değil, mantık: Büyükanıt, Paris'te, 'Başörtüsü yasağının kaldırılması çalışmaları' ile ilgili bir soruya, 'ülkemle ilgili konulara yurtdışında bu zamana kadar girmedim, yine girmem..' diye karşılık vermiş.. Postalsever medya bunu, aynı konudaki soruyu İspanya'da cevablayan Başbakan'a bir 'ince mesaj' olarak duyurdu..
Siyaset adamlarının bir günde, birkaç ülkede birden bulunabildiği günümüzde, soruları yurtiçi-yurtdışı diye ayırmak yerine, o anda ele aldıkları konularla ilgisi olup olmadığına göre değerlendirip cevab vermeli değil midirler? Nitekim, Büyükanıt da, yurtdışındayken, Türkiye'nin en hassas iç mes'elelerine de gerekli gördüğünde cevab vermiştir..
Bu bakımdan, bu son açıklamasını duyunca, 'Sahi mi?' diye sormaktan kendimi alamadım.
çünkü, henüz 11 ay önce, geçen Şubat ortasında B. Amerika'ya gittiğinde, bir 'Think-Thank' / Düşünce' kuruluşunda yaptığı değerlendirmelerde hattâ Başbakan'la polemik mânasına gelen sözler söylememiş miydi.. Keza, Başbakan Erdoğan içerde ve dışarda, HAMAS'ı, 'Filistin'de halkın yüzde 65'inin reyini alarak ve demokratik seçimlerle işbaşına gelmiş meşrû bir siyasî hareket' olarak değerlendirirken; kendisinin de bağlı olduğu Başbakan'ın görüşlerinin tam tersi istikamette ve tam da Amerikalıların nitelediği ve nitelenmesini istediği şekilde‚ 'terör örgütü' olarak nitelemesi yaptığını, haydi hatırlayıp geçelim.. Türkiye'nin iç mes'elelerini de konuşmamış mıydı, Büyükanıt? Hem de, gazetecilerin değil, strateji teorisyenlerinin suallerine cevab vermiyor muydu?
Nitekim, 17 Şubat 2007'de şöyle yazmıştım, (özetle): '.. B. Amerika gezisinde, (…) asıl üzerinde durulması gereken husus, ‘Washington'daki Türkiyeliler lobisi' denilebilecek bir grubun katıldığı bir toplantıda konuşan Gen. Kur. Başk. Büyükanıt'ın, dakikalarca, ‘Kurtar bizi paşam..' tempolarıyla karşılanması.. (…) General Büyükanıt'ın, bu tempo tutmalara cevabı, tam da onların beklediği gibi: ‘Dinamik güçler işbaşında olduğu sürece... (…)'
Şimdi… Büyükanıt, o soruya, 'O gibi konular ordunun varlık sebebi ve vazife alanı içinde değildir..' diye cevab vermeli değil miydi? Yoksa, ilgilendirir mi? Problem ve cevab iç-içe..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.