Günahlar gözümüzde küçüldükçe, hükümler büyüdü
İslâm hukukuna dair en fazla eleştirilen hususların günahlara dair hükümler olması, acaba bir tesadüf mü?
"Bu çağda ha!" gibi taaccüb cümleleriyle başlayan ve çağın hâkim algısını dinî hükümler üzerine bir hâkem olarak tayin eden yaklaşımlar, neden kabûl görür, hiç düşündük mü? Düşündüksek de bir çâre bulabildik mi?
İnsanı varlığın merkezine yerleştiren hümanist söylemler, geniş Müslüman kitlelerin zihin algısına sinsi bir virüs gibi bulaştığından beri, insanın zaafları da, günaha meyleden arzuları da okşanmaya başlandı. Bu hümanist söylemlere müptela dindarlar da, bu virüsün farkında olmadığından olsa gerek, algısını zehirleyen unsurlardan kurtulmak için bir gayret içine dahi girmiyorlar.
İnsanı varlık dünyasının merkezine yerleştiren modernite, bunun gereği olarak onu sınırlayan dinî hükümleri tâ başından beri hedef almıştır. Bunun zaruri sonucu da, ibâhiyeci hayat anlayışının geniş kitlelerce kabûlü olmuştur.
Apriorinin gereğidir; Allah'a inanmak her şeyden önce insan hayatına sınırlar getiren aşkın bir varlığa inanmaktır. Modern seküler aklın kabûl edemediği tam da budur. Zaten moderniteyi ortaya çıkaran süreç, insanı her türlü sınırdan âzade kılma arayışları değil miydi?
Moderniteye ideolojik olarak mesafeli duran, buna rağmen, onun büyüsünden de kendisini kurtaramamış dindar bilinci, eşyayla temasında, modern ibâhiyeci reflekslerle hareket eder. İçinden geçtiği modern eğitim onu böyle kurgulamıştır. Bu yüzden de onun bilinci yaralıdır.
Ve bu yaralı bilinç, biraz kurgusu gereği ve biraz da nefsinin iğvasıyla bazen klasik metodolojinin yöntemlerini kullanıyor görüntüsü vererek, bazen de hermenotiğin sunduğu imkânlara sığınarak mütemâdiyen haram sınırları örselemektedir.
Çünkü zihne musallat olan virüs, sahibine günahları önemsiz gösteriyor. Günahlar gözümüzde küçüldükçe de, onlara dair İslâm ceza hukukunun gerekli müeyyideleri gözümüzde büyümekte ve dolayısıyla ilgili nassların beşer müdahalesiyle esnetilmesi ya da en azından hayatımıza tesir etmeyecek derecede algı dünyamızın en kuytu köşesine mahkûm edilmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Modern çağda nassların gereğini savunamıyor, "yaralı bilinç". Günahlara, günah demekten de hazzetmiyor. Bu bağlamda Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerine bol bol atıf yaparken, O’nun diğer isimlerini hatırlamaz bile.
Bu tuzağa düşer, çünkü, modern dünyanın câzibesine direnecek donanmdan yoksundur. Vicdanının sesinin kendisini yakalamaması için ise suçun uhrevî boyutunu bilerek unutma yoluna gider.
Ameldeki kaymalar önce tasavvur dünyasında başlar. Tasavvur dünyasında anlam bulanıklaştımıydı, bunun izdüşümünü amellerde rahatlıkla görebilirsiniz artık…
Bu vasatta günahlar, hayatımızda önemsiz hâle gelecektir, hem de tüm dindarlık iddialarımıza rağmen. Hele de kutsadığımız özel alanımızda. Mahrem alanımız deyince sanki helal ve haram çizgilerinin flulaştığı, kişinin yasaklara karşı kayıtsız kalacağı bir alanmış gibi algılanıyor.
Sözün burasında Sevbân hadisini hatırlamanın tam zamanı!
Sahabeden Sevbân (r.anh)'ın naklettiği şu hadis gâyet mânidardır: "Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: 'Ümmetimden bir kısım insanları bilirim ki, Kıyamet günü Tihâme dağları emsalinde bembeyaz (tertemiz) hayırlarla gelirler. Aziz ve celil olan Allah Teâla hazretleri o sevapları saçılmış toz haline getirir (değersiz kılar, kabul etmez).'
Bunun üzerine Sevban sorar: 'Ey Allah'ın Resûlü! Onları bize tavsif et, durumlarını açıkla da, bilmeyerek biz de onlardan olmayalım!"
Efendimiz (s.a.v) şöyle açıklar durumu:
'Onlar sizin din kardeşlerinizdir. Sizin cinsinizden insanlardır. Sizin aldığınız gibi onlar da gece (ibâdetin)den nasiplerini alırlar. Ancak onlar, Allah'ın yasaklarıyla tenhâda baş başa kalınca o yasakları önemsemez; ihlâl ederler, çiğnerler.' " (İbn Mâce: 2/1418, hn. 4245, Tabarânî., el-Mu'cemi'l Sağîr: 1/396)
Tarihin hiçbir döneminde, Müslümanlar, bu hadisin tavsif ettiği mâna kapsamına bugün girdiği kadar girmedi. Maksadımız kimseyi suçlamak değil elbet. Maksadımız, Allah’ın rızasını önemseyen, O’nu hayatının merkezi kılan mü’min gönüllere bu meyanda bir muhasebe yapmanın gereğini hatırlatmaktır sadece. Yapılan onca hayırlı amellerin boşa gitmesi gibi bir tehlike, mü’min bir kalbin önemsemeyeceği bir tehlike olmamalı.
Spesifik örneklere girmiyorum. Her insan kendi özel alanında nelerin cereyan ettiğini ağyardan daha iyi bilir.
Bu tahlil iyi yapılırsa, günahların gözümüzde neden küçüldüğünü, onlara dair dinî hükümlerin de neden büyüdüğünü daha iyi anlarız.
Elhak, suç ve ceza birbirine orantılı olmalıdır. Lâkin, algımızda; günah küçük, ceza da büyük olursa, varacağımız yer cezaî hükümleri suç lehine parça parça hayat dışı bırakmak olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.