Türkye kaybetmez, kaybeden İsrail olur!

Türkye kaybetmez, kaybeden İsrail olur!

Türkiye, Ak Parti iktidarı döneminde “dönüşü olmayan bir yol”a girdi. Bu yol, bazılarının zannettikleri gibi, “yalnızlaşma” yolu değildir. Bu yol, düpedüz “büyükleşme” yoludur. Türkiye, Cumhuriyet tarihinde ilk defa, Ak Parti döneminde, dünya üzerinde önemli aktörlerden biri olma şansını yakalamıştır.
Türkiye’nin bu “dönüşü olmayan yol”a girmesi, son Gazze katliâmı karşısında takındığı “insanca” tavır sayesinde olmamıştır. Türkiye’nin bu yola girmesi, Ak Parti iktidarının göreve gelmesiyle birlikte olmuştur. Saddam’a karşı ittifak arayışları, Türkiye’nin Batı’da önemini arttırmıştır. 1 Mart tezkeresi, hem Batı’da, hem Doğu’da önemini bir kat daha arttırmıştır.
Ecevit’in Bush karşısındaki süklüm püklüm duruşunu hatırlayın. Sonra da Erdoğan’ın, bacaklarını yaymış, geriye yaslanmış, kendinden emin pozunu hatırlayın. Ak Parti iktidarı ile beraber Türkiye’de neler değişmiş olduğunun resmi ortaya çıkar… Ak Parti’den önce bu fotoğraf, bazılarına, ancak “gerçeküstücü” bir ressamın tablosunda görülebilecek cinsten bir hayal gibi geliyordu.
Hâlâ da öyle… İsrailsever basın, her gün, Gazze katliâmı karşısındaki “insanca” duruşun Türkiye’nin başına ne belâlar açabileceğini yazıyor… “Yahudi Lobisi”ni ne kadar kızdırdığını… Türkiye’yi “Hamasçı” gösterdiğini ve dünyada yalnız bırakacağını… Topluma “korku” pompalıyorlar. Erdoğan’ın Türkiye’ye kötülük ettiğini ispatlamaya çalışıyorlar.
Halbuki, oldum olası bu “insanca” duruşa hasret çeken Müslümanlar, bu kadarının bile yetersiz olduğunu biliyorlar. Erdoğan’a, bütün İslâmcı basın, “Chavez ve Morales kadar da mı olamıyoruz yani? Bebek kaatili “gayrımeşrû devlet” İsrail’le diplomatik ilişkileri niçin kesemiyoruz? En azından, Çiller ve Demirel’in bizi içine attığı “stratejik ortaklık” çukurundan çıkamaz mıyız?” diye yana yakıla serzenişlerini sürdürüyor…
Şunu bilmek gerekir ki, Yahudi Lobisi, artık dünyanın tek hâkimi değildir. Öyle bazılarının sandığı gibi, Ermeni diasporasını kullanarak Türkiye’nin başına çorap da öremez. Bir tokatta Türkiye’yi yerine oturtamaz. Tepki verecektir… Ama bunu ölçüp, biçip, tartmak zorunda olduğunu da bilecektir. Türkiye’yi artık AB ile tehdit edemeyeceğinin farkındadır. Çünkü artık Türkiye Doğu’da bir “istenmeyen adam” değil, “baş rol oyuncusu adaylarından biri”dir. İsrail Lobisi’nin her tepkisi, bu adaylığı daha da pekiştirecektir.
Türkiye’nin kaybedeceği en fazlası, İsrail’le Hamas, İsrail’le Hizbullah, İsrail’le Suriye arasında üstlendiği “arabuluculuk” rolü olabilir; ama o da uzun vadeli değil... Çünkü bu güçler, İsrail ne derse desin, bugün değilse yarın, masaya oturacak olduklarında “güvenilir bir Türkiye’yi” “satılmış bir Mısır’a” tercih edeceklerdir. Bunun tersi bile olsa, bu pek büyük bir kayıp sayılmaz; “arabulucu” dediğin “dekor”dur, “aktör” değil!
İsrail, Ortadoğu’da, Türkiye’siz hiçbir adım atamayacağını günden güne daha fazla hissedecektir. Onun için, İsrailsever basının tehditlerine gülüp geçmek gerekir. Bugüne kadar onlar Türkiye’ye “şanlı kuyrukçuluk” görevinden başka hiçbir makamı lâyık görmemişlerdi. 1994’te Çiller, İsrail’i ziyaret edip bir dizi “gizli anlaşma”nın yolunu açtığında, onlar zil takıp oynuyorlardı. Türkiye Ortadoğu ile veya Orta Asya ile ne zaman yakınlaşacak olsa, onlar hemen bu “korku tâcirliği”ne soyunuyorlardı.
Mesele ortada: Bekleyip göreceğiz…

***

ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından “Stratfor”un kurucusu George Freidman’ın yeni kitabı konuşuluyor bu günlerde. Freidman, haberlere göre, kitabında şu “tez”leri işliyor:
- Çince öğrenmeyi bırakın, Türkçe öğrenin!
- Çünkü 21’inci yüzyılın en önemli ülkeleri, Türkiye, Japonya, Meksika ve Polonya olacak!
- Çin ve Rusya önemini kaybederken, Türkiye – Japonya ittifakı, yüzyılın sonlarına doğru, ABD’nin karşısına en önemli rakip olarak çıkacak!
- Türk – Japon ittifakı ile ABD arasında “kurgu bilim” gibi müthiş bir savaş yaşanacak!
Kitabın ne kadar ciddiye alınması gerektiği tartışılabilir. Ama son zamanlarda, Türkiye’nin 21’inci yüzyılda artan önemine vurgu yapan ne kadar çok ABD’li stratejist olduğunu da hatırlamak gerekir…
Kaldı ki Freidman, öyle yabana atılır bir adam da değildir; “gölge CIA” lâkabıyla bilinmektedir.

***

Bu satırların yazılmasından birkaç saat sonra, “Davos Krizi” patlak verdi. Başbakan’ın buradaki “kahramanca” tutumu ve sonrasında olanların, bizi ne kadar haklı çıkardığını gördük. Bundan sonra, Ak Parti iktidarının, içeriden ve dışarıdan, daha fazla üstüne gelebilirler. Unutmayınız ki, İsrail, Türkiye kamuoyunu etkileyen en önemli güçlerden biridir hâlâ…
Başbakan’ın “kahramanca” çıkışından sonra, Silahlı Kuvvetler, “ikili ilişkileri çıkarlar belirler” mânâsında bir açıklama yapmıştır. Umarız bu, 28 Şubat Süreci’nden bu yana Türkiye’nin beynelmilel arenada verdiği “ikibaşlı” görüntünün bir devamı olmaz. Çünkü biz, onurunu çıkarının üstünde tutan bir tarihî alışkanlığa mensup milletiz!
Şüphesiz CHP, bunu da iç siyaset malzemesi yapacak ve Ak Parti aleyhinde kullanmaya çalışacaktır. Baykal, “Başbakan esiyor, ama yağmıyor” sözlerini derhal unutacaktır. Ak Parti’yi zayıflatmak için Yahudi Lobisi’nden destek almaktan kaçınmayacaktır. Çünkü CHP’nin tarihi budur!
Son söz: Kim ne derse desin, Tayyip Erdoğan, içeride ve dışarıda, Cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en etkili başbakanıdır. İnsanlığın vicdanında çok önemli bir yere oturmuştur. Bir Arab gazetecinin deyimiyle, bu bir “Osmanlı tokatı”dır; sahibinin şerefi, muhatabının kâbusu…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi