Sınırları önce zihinlerimizde yıkalım
Bugünkü haritalar, kolonyalizm döneminde çizildi. Medeniyet havzamızda, hem de bize rağmen. Batılı sömürgeci güçler haritaları çizerken, ümmet, “geçici” olmak kaydıyla sineye çekti dayatmaları. Dönem şartları içinde belki de fazla seçenek yoktu.
Geçici, yani soluklanıp toparlanana kadar. Bölünen halk iradeleri bir gün gelir de tekrar bütünleşme rüyaları görmeye başlarsa, parçalanmış haritamızın ne anlamı kalırdı ki? Halklarımızın siyasi iradesi de ilelebet ayrı tutulamayacağına göre, yaşanan durum ârizî idi. Geniş kitlelerde algı, hep bu olmuştur.
Haritaları galip güçler çizer. Galibiyet de ebedi değildir. Konjonktür değişir, güç kaymalarının yaşanması mukadder olur.
Haritalar tekrar değişir, sınırlar yeniden çizilir, tarih bir daha tekerrür eder.
Haritaların değişmezliğine inanmak; hurafe bir inanç olduğu gibi statükoculuğu da kanıksamaktır. Statükoculuk, reel politik kisvesinde pazara çıkarılsa; düşünme yetilerini başkalarına kiraya vermiş kişileri alıcı bulur ancak.
Bu statik tarih algısı ne insan doğasıyla, ne tarihin devinim ruhuyla, ne de değişen küresel dengelerle izah edilebilir.
Sömürgeciler, sınırları sadece coğrafyaya çizmediler, coğrafyada çizilen hudutların kalıcı olmadığını en iyi onlar bilirdi zaten. Onlar, asıl haritalarını ülkede etkin olan elitlerin zihin dünyalarında çizdiler.
Cezayirli düşünür Malik bin Nebi’nin kavramsallaştırdığı “Kâbiliyeti isti’mâr” (sömürgeyi içselleştirme/özümseme hâlet-i ruhiyesi) bu zevâtın ruh dünyasını en iyi anlatan terkibtir. Sömürgeyi iç dünyasında özümsemiş ve aleyhine olan bu duruma bir hakikatmiş gibi saplanıp kalmış yitik beyinleri, başka nasıl tanımlayabilirsiniz ki?! Köle ruhlar hangi zeminde ürer sanıyorsunuz?
Aydın dediğin kavramın tarihsel süreçte ortaya çıkışının gereği olarak muhalif olur. Egemenlere karşı ilkesel muhalefet yani. Bunlar ise egemenlerin sofrasında oturur, onların sesi olur. Muhalif olma yönleri de var, ama zâlimlere değil, mazlumlara karşı.
Kendilerine itimad eden kitleleri de afsunlamayı gâyet iyi bilirler. “Çağdaş yaşam”, “özgür düşünce”, “Batı değerleri” ve “bilimsel dünya görüşü” gibi konseptler ise muhataplarını uyuttukları birer afyonlu maniveladır. Tasavvur dünyalarına müstemlekeci efendiler çöreklendiğinden olsa gerek, yüksünmeden özgür düşünce adına köleliğe dâvet ederler. İkbal arayışlarını efendilerine eklemlediklerinden, onların şarkılarını terennüm etmedikleri gün yoktur neredeyse.
Alafranga beyler aksini iddia etse de sınırlar değişkendir. Hâkimiyet herhangi bir millete râm değildir, hiç olmadı da.
Haritaları çizenler, kuşkusuz, haritaların yeniden çizilebileceklerini en iyi bilen güçlerdir. Onların kafasında sâbit harita yoktur zaten. Bölerler; yönetmek için, yönetirler sömürmek için. Devran değişir, sömürü çarkları dönmezse, sınırları yeniden çizme niyetlerini âşikâr ederler, yeni özgürlük söylemleri eşliğinde tabiî.
Ortadoğu’da haritaları yeniden çizmek istemediler mi? Amerika bunun için Irak çıkarmasını yapmadı mı? İsrail defaatle haritalar üzerinde oynamadı mı? Balkanlar ve Kafkaslar, sınırların yeniden dizayn edilmesinin sancılarını yaşamıyor mu? Ortasında bulunduğumuz coğrafya, bir paylaşım kavgasının yaşandığı krizler alanı değil midir?
Monşerler öncelikle beyinlerine giydikleri er üniformalarından kurtulmalılar. Siyasi düzenini arayan 21. yüzyılda ufuk açıcı analizler yapabilmek için bu şart.
Ülkesi adına rüya dahi göremeyen kanaat önderleri, bu akıl tutulmasını aşmadan hangi halkı neye motive edebilir ki?..
Bir ironi olsa gerek; halk, monşerlerden daha büyük rüyalar görüyor bizim coğrafyada. Hem de düş kurmaması için sergilenen bütün illüzyonist marifetlere rağmen.
İnsanımız, büyük devlet olma reflekslerini her fırsatta göstermektedir. Tezkerenin geçmemesi için ayaklanmıştı kitleler, hatırlarsanız. Sokaktaki insan bile, topraklarımızı Amerikan askerlerine açar isek eğer, bir daha Ortadoğu’ya dönemeyiz, bir daha birleşemeyiz diyordu. Demek ki; kitleler birleşme hâyalini yitirmemiş.
Bunu en son Davos krizi sonrası yaşananlarda da gördük.
Osmanlı ailesini tarih sahnesine yeniden taşımaktan değil, ama, Osmanlı’nın siyasi mirasını yeniden ihya etmekten bahsediyor bütün Müslüman halklar.
Mîsak-ı Milli Sınırları, bir doğmaya dönüştürülmemeli. Psikolojik bariyerleri zihinde aşmadan büyük düşünmek ve dünyada oyun kurucu bir güç olmak mümkün değildir. Bize, “Biz yapamayız!” diyen köle ruhlu insanlara, “Kusura bakmayın, bu çağı ıskalamaya ne niyetimiz, ne de lüksümüz var!” demek durumundayız.
Zaten efendileri korkutan bu iradenin dizginlerinden kurtulup şahlanması değil midir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.