Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

İnkılabçı olunamayınca,'uzlaşmacı'ları da engellemeli mi?

İnkılabçı olunamayınca,'uzlaşmacı'ları da engellemeli mi?

Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayırdığım bir ‘Hasbihal’e daha, selâmla.. (Ve amma, bir rica.. Yazılarımı çeşitli internet siteleri de yayınlıyorlar.. Bu yazılara birtakım eleştiriler veya sorular da geliyor, tabiatiyle.. Ve o internet sitelerinin herbirisini takib etme imkanım olmadığı için, başka yollardan duyuyorum.. Halbuki, o sitelere yorum veya eleştiri yazanlar, o yazıları bir de benim ‘e-mail’ adresimi tıklasalar, karşılıksız kalmazlar.)
-Ogün Şabanoğlu Zonguldak’tan yazıyor: ‘Başörtüsü yasağını kaldıracak olan yasa değişikliğindeki bazı hususlar, yasağın mağdurları olan mütedeyyin insanlarımızı bile ikiye böldü... bir kesim yeni yasadaki, ‘yükseköğrenim ve hizmet alan’ gibi kavramların, diğer alanlarda uygulanan yasakları meşrulaştıracağını söylerken; diğer bir kesim ise, bu kadar kronikleşmiş olan bu yasağı öyle bütün alanlarda birdenbire kaldırmanın kolay olmadığını, şimdilik bunun da bir mesafe olduğunu ve şimdiki şartlarda ancak bu kadarının mümkün olduğunu savunuyor. Ne dersiniz?’
*Bir sosyal düzende her şeyi bir anda, tepeden tırnağa değiştirecek ‘inkılab’ yapacak gücünüz yoksa; ‘uzlaşma’ yoluyla, ilerlemek isteyenleri suçlamakla ne elde edilir ki?
-İsmail Şahin yazıyor: ‘Hürriyet’ten (ö.İ)’nin 22 ve 23 Ocak tarihli yazılarında, Muhammed bin Hamza tarafından yapılmış bir Kur’an meâlinden sözediliyor.. 600 sene öncelerin türkçesine göre.. Bazı kelimelerin ne mânaya geldiğini ben anlamadım, o da benim gibilerin anlamayacaklarını fırsat bilerek, meydanı boş buluyor, kendisine göre anlatıyor.. Aksini de iddia edemiyorum.. Bir de, şunu belirtmek istiyorum.. Demek ki, Kur’an’ın anlaşılması için tercüme çalışmaları iddia edildiği gibi, Cumhuriyet dönemine aid bir konu olmayıp, 600 yıl öncelerde de yapılmaktaymış..’
*Evet, Bekrî Mustafa tipli ve marksistliğini (ve tabiatiyle ateistliğini) yazılarında açıkça beyan eden (ö. İ) de, bu sıralarda, Cumhûriyet’in İS’i gibi, ‘İslâmolog’luğa soyunmuş.. Nûr Sûresi’ndeki bir âyetin 600 yıl öncelerdeki dilini esas almış..
“Eyit mu’minlere: örtsünler gözlerinin bir nicesin, dakı saklasunlar ferçlerini; ol arurakdur anlara..’ (24:30) âyetinin bugünkü türkçeye tercümesini verirken, ‘Söyle erkek inananlara: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar; bu onlar için daha temiz davranıştır.’ şeklinde olması gereken bir mânayı (ö.İ.), çarpıtmış, ‘ferc/ furûc’ kelimesini ‘tenasül organları’ mânasında almış.. Halbuki, bu, ırz, namus ve korunması gereken mahrem yerler mânasındadır ve müslüman hanımların göstermesinin haram olduğu yerlerdir.. Bunda da İslâm uleması, genellikle, el-yüz ve ayaklar hariç, bütün beden’in mahrem olduğuna hükmetmişlerdir.. (ö.İ.) 600 yıl gerilerdeki bu anlatımda geçen ‘furûc’ kelimesinin ne mânaya geldiğini bugünkü Orta Asya Cumhûriyetleri’ndeki ‘müslüman bilgin’lere sorsaydı, durumu öğrenebilirdi. (ö.İ.)’ye bir örnek olarak hatırlatalım, Tebriz’de, bir kahvehaneden bir bardak çay istese, etrafındakiler kahkahalarla gülerler, ‘Bardakla da çay içülüüü?’ diye.. çünkü, bardak, azerî lehçesinde sürahi mânasında kullanılmaktadır.. Burada da kelimenin zaman ve mekan içindeki mânalarına dikkat edilmelidir. Ama, (ö.İ.) gibiler, İslâm’a ve müslümanlara nereden bir darbe vurabiliriz, her şeyi çarpıtma derdindeler.
-Süleyman Şimşek Trabzon’dan yazıyor: ‘Hz. Ali’yi temsil ettiği iddia olunan resimleri her yerde görüyoruz.. Bunların gerçeği nedir?’
*İran’da İslâm İnkılabı’nın gerçekleşmesinde önemli roller oynayan ve 1980’de bir suikasde kurban giden büyük müslüman bilginlerden Murteza Mutahharî bu gibi resimlerin bir İtalyan ressam tarafından çizildiğini söylemektedir.. Mutahharî, aynı ressamın, ‘Hz. İsâ’yı ‘fakir çocuklara ekmek dağıtan, yoksul hayatı yaşayan; Hz. Ali’yi ise, ‘kılıcı karşısında kimsenin duramayacağı güçlü, semiz bir kimse olarak çizdiği’ne dikkati çekmektedir..
Binaenaleyh, son zamanlarda alevî müslümanlara aid internet forumlarında, cemevleri ve benzeri kültürel merkezlerde sergilenen resimleri, Hz. Ali’ye aid imiş gibi değerlendirmemek gerek.. Ama, özellikle ‘şemail-i şerife’ kitablarında, Hz. Peygamber ve diğer büyük şahsiyetlerin cismanî varlıklarının tasviri konusunda yapılan sözlü anlatımları bazıları da tablolara yansıtmaya çalışmışlardır. Ancak, yüce şahsiyetlere aid olduğu söylenen bu gibi tablolara, insanoğlunun ister istemez şu veya bu yönde bir ilgi göstermesi de kaçınılmazdır. Ve hattâ, bu temsilî resimler câhil insanlar elinde, putlaştırmalara bile vesile olabilir..
-Sinan Aslan bir internet sitesinde, (23 Ocak tarihli, ‘Pax Romana’ başlıklı yazımın sonunda Başbakan Erdoğan’ın siyonist İsrail rejimini, Gazze’de işlediği cinayetler yüzünden ağır şekilde eleştiren sözlerini benimseyen satırlarım üzerine) yazıyor: ‘Sizin sözleriniz, Başbakan’ın bu açıklamasını yeterli bulmayan ve yanlış bulan Rıdvan Kaya’nın özgür-Der adına yaptığı açıklamada ve de Hakan Albayrak’ın Yeni Şafak’taki yazısında dile getirdiği görüşlerle zıdlaşmakta..’
*Rıdvan Kaya ve Hakan Albayrak kardeşlerimin yazılarından yaptığınız alıntılarla benim satırlarım arasında bir paralellik olmasa bile, taşınan niyetler açısından, temelde bir aykırılık da yoktur.. çünkü, o kardeşlerim, olması gerekeni ifade ediyorlar.. Ve onların durdukları yerden baktığımda, ben de öyle düşünür ve o tesbitlere imzamı atarım..
Tayyîb Erdoğan ise, başbakanı olduğu rejimin 60 yıllık resmî kabullerinin çerçeveleri içinde, yine de alışılmışı zorlamaya çalışıyor.. Onun için, onun hareket alanının sınırlı olduğunu belirtmek için, yazımda, ‘Yapılacak olanlar sınırlı olsa bile...’ diye kayd-ı ihtirazî koymuşumdur.. İdealleri isterken, acı gerçekleri de gözardı etmemeli ve küçücük de olsa hayırlı adımları teşvik etmeliyiz. ‘İdeali iste, vakıa’yı gör..’ diye boşa denilmemiş..
-(…. …..) (türkçü bir internet sitesinin editörü) teklif ediyor: ‘14 Ocak tarihli ve ‘Tehlike yükseliyor, öyleyse kemalizm’de birleşelim..’ başlıklı yazınız çok güzel.. Ancak, yazının sonundaki yorumunuz dolayısiyle onu yayınlayamıyorum. O kısmını kessem diyorum..’
*Ama, o son bölümdeki yorum olmayınca yazının hiç bir mânası olmaz ki.. O halde, o son cümleleri bir daha hatırlayalım: ’ İslâm, ‘Tevhîd inancı ve Nübüvvet müessesesi’ etrafında, çeşitli ırk, renk ve kavimlerden, insanlar arasında sadece taqvâ ve fazîletin, inanç değerlerinin ayırım ölçüsü olacağı bir millet, bir ‘İslâm Milleti’ oluşturmak için gelmiştir.. Bizler, yüzlerce yıldır, bu millet anlayışı içinde gelmişiz. Bu kelime, arabçada ‘aynı inanç etrafında bir araya gelmiş olan topluluğu’ ifade eder; kan, soy-sop veya dil birliğini değil.. Ve biz, ‘İslâm Milleti’ndeniz, müslüman isek; başka değil.. Ve, her türlü kavmiyetçilik, ‘şeytanın askerliği’dir!


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi