Suçluların hukuku

Suçluların hukuku

Ergenekon davası hakkında, olayın seyri şu noktaya gelinceye kadar, sanki büyüsünün bozulmasından korkarcasına bir çift söz bile edesim gelmedi.

Gariptir, bu söz tıkanıklığının başka bir türü de Hrant Dink'in öldürülüşünün üzerinden tam bir yıl geçtiği halde, adaletin tesisi noktasında bir arpa boyu yol gidilmemiş olmasından dolayı tam bir hafta önce beni sarmıştı. Şimdi bundan öteye gidilemese bile, yani işin geldiği bu aşamasında bile, gönül huzuruyla mücrimlerle hesaplaşma iradesinin yitip gitmemiş olduğunu görmek bile yeterince umutlandırıcı ve heyecanlandırıcı. Yine de devamını diliyoruz.

Ancak işin devamıyla ilgili bazı sıkıntılara yeri gelmişken değinmek gerekiyor. Tam Ergenekon operasyonunun yürütüldüğü dönemde Danıştay 10. Dairesinin verdiği bir karar gündeme geldi. Bu karar insan haklarının geliştirilmesine dönük hukuk mücadelelerinin sonuçta adalet sistemini nereye kadar getirdiğini, geliştirilen insan haklarından sonuçta kimin daha çok faydalandığını göstermesi açısından bir hayli ilginç.

İstanbul Barosu'nun başvurusuyla “avukatlar hakkında suç şüphelisi olmasalar da suç ilişkisi ve bağlantısı görüldüğünde kayda alınmasına” ilişkin yönetmelik hükmü iptal edilmiş. Yani bu durumda avukatların suç ilişkisi ve bağlantısı görüldüğünde bile dinleme kayıtları delil sayılamayacak. Bugün bazı cinayetlerin, linç kampanyalarının, organize suçların, terör organizasyonlarının, provokasyonların birinci dereceden failleri olduğunda kimsenin şüphesi bulunmayan insanlar hakkında, hukuki olarak değerlendirilebilecek delillerin bulunmaması dolayısıyla hiçbir işlem yapılamayabiliyor.

İnsan haklarını geliştirmek üzere geliştirilen yasaların herkesten önce organize suçlulara yaraması hukukun en büyük trajedisi olsa gerek. Bu tür insanlar, hukukun bütün boşluklarını bilip kendilerine sağladığı imkânları da profesyonelce hesaba kattıklarından organize suç tezgâhlarını tam da bu hukuk sisteminin üzerinde dokunulamayacak bir yere kurabiliyorlar. Giderek hukuk ve adalet arasında bir gediğin açılması, suçu bile-isteye işleyen ve bu esnada yasaların bütün boşluklarını hesaba katanların işine yarıyor.

Açıkçası, ister Danıştay saldırısı ister Hırant Dink'in ve arkasından da Malatya'daki misyonerlerin öldürülmesinden sonra aralarındaki bütün ilişkiler bilinse bile bu ilişkilerden hukuken geçerli olacak şekilde birilerini suçlayıcı bir kesin delil çıkarmak mümkün görünmüyordu. Arada muhtemelen örgütün pervasız tutumlarıyla verdiği açıklar ve emniyet teşkilatının ısrarlı takibi olmazsa büyük ihtimalle yine vicdanen faili gayet meşhur ama hukuken faili meçhul cinayetler koleksiyonumuzu genişletmiş olmakla yetinecektik.

Hukukun bu paradoksu sadece bizde değil, Batı'da da önemli bir sorun olarak vurgulanmıştır. özerk hukuk sisteminin gelişmesi, modern dönemde Batı'daki ekonomik ve sosyal gelişmeleri ve tabii ki eşitliği sağlayan önemli bir faktör olarak nitelenmiş olsa da, bu hukuk sisteminde bile bu açıdan çok ciddi sorunlar olduğu üzerinde durulmuştur. Batı hukukunun bu olumlu yanlarını vurgulayan ünlü sosyolog Max Weber bile, bu hukukun içerdiği eşitlik iddialarının herkesin inanmayı çok sevdiği bir yalan olduğu üzerinde durur. Weber'e göre de hukuk sistemi, özellikle modern ve kapitalist gelişmenin en ileri aşamasını temsil eden İngiltere'de bile o kadar karmaşıktır ki, bu hukuk sisteminden haklı çıkabilmek için bunun demagojisini çok iyi yapabilen güçlü avukatlara, dolayısıyla nüfuzlu ilişkilere ve paraya ihtiyaç vardır. Bir garibanın bu hukuk sistemi içinde haklı çıkma ihtimali ile bir zenginin haklı çıkma ihtimali arasında dağlar kadar fark vardır.

Hatta Weber, biraz daha ileri giderek bizzat kendisini meşhur eden tezin tam tersi bir iddia ile “Batı'da ekonomik kalkınmanın (kapitalizm) belki de bu hukuk sistemi sayesinde değil, aksine bu hukuk sistemine rağmen gelişmiş” olduğunu savunmuştur (bkz. Bryan S. Turner, Max Weber ve İslam).

özellikle AB uyum sürecinde, galiba birçok konuda AB'de olanın bile ötesine giden hukuk sistemimizin suçluları (CMUK çerçevesinde) korurken bu suçların mağdur ettiği masumları korumayı ihmal eden bir yanı var. Oysa organize suçlular yasaların kendisine sağladığı imkânları hesaplayarak suç ve delil ayarını ustaca yaparak hukuk sistemini bypass edebiliyorlar. Sonuçta hukukun adalet sağlayıcı yanı işlevsizleştirilmiş oluyor.

Ergenekon operasyonu Türkiye için bu açıdan da bir milattır; hukuku bütün yorum ve işlemleriyle de temellük etmekte ustalaşmış bir örgüte karşı hukuk ölçüleri içinde aynı ustalıkta bir duruş ortaya koyduğu için.

Sonuçta suçlulara daha fazla yarıyor diye de hukuktan vazgeçmek değil, aksine yine hukukun imkânları içinde ama mutlaka etkili bir savunma hattı geliştirmek gerekiyor.




Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi