28 Şubat ve bir kadeh içki!
Felaketin eşiğinden dönmek...
28 Şubat Sürecinde, birileri neden 'postmodern askeri darbe' ya da 'balans ayarı' yapma ihtiyacı duymuştu?..
Türkiye'nin 'bir uçurumun başına' ya da 'felaketin eşiğine' geldiğini düşünen ve savunanların derdi ne idi?..
Bu türden ve benzeri görüş ve düşünceleri; daha doğrusu bahaneleri haklı kılabilecek herhangi bir emare var mıydı?..
Koskocaman bir hayır!..
Türkiye, belki de tarihinde görülmedik bir döneme girmişti o zaman. Beceriksiz iktidarlar sebebiyle içine düştüğü enflasyon-borç ve faiz sarmalından sıyrılmaya ve ülkede yaşayan bütün insanlar, milli gelirden paylarına düşeni adil bir biçimde almaya başlamışlardı.
Devleti ve halkımızı soyma aracı olarak kullanılan iç borçlanma durmuş, sadece bu borçlardan doğacak faizlerden yapılan tasarrufla, ülke insanına bereket ortamı sağlanmıştı.
Dış borç alınmamış, dahası daha önce hep yapıldığı gibi yapılmadan; yani yeni borç almaya gerek olmadan, dış borç ödeme sürecine girilmişti.
İmkanı olup bunu devlete borç vererek karlılık sağlama derdinde olanlara söylenen şey basitti: Yatırım yapın, üretin ve istihdam sağlayın; böylelikle karlılığınızı artırın.
Siyasal, toplumsal, ekonomik hemen bütün sahalarda, derlenme toparlanma dönemine girilmiş; adeta bir restorasyon dönemi yaşanmaya başlanmıştı.
Türkiye kendine gelmeye, kendi ayakları üzerinde durabileceği hususunda tekrardan güven kazanmaya başlamıştı.
Hayata ideolojik gözlüklerle bakma itiyadında olanlar bile, büyük değişimin farkına varıyorlardı.
Söyleyen, laf üreten değil, yapan ve yaptıklarının neticesi meydanda görülen bir iktidar vardı.
Çalışıp kazandığını harcamalarına yetirmek için ay sonlarını borçla getiren milyonlar, artık belki de 'tasarruf sahibi olma' denilen şeyi bile tadabiliyor olmuşlardı...
İşçi sendikaları, sürekli olarak kavga ettikleri hükümetler yerine, istediklerinden daha fazlasını veren ve bunu temel bir vazife olarak gören bir iktidarla karşılaşmış olmanın şokunu yaşamışlardı. (Belki bu yüzden olacak, sonradan hükümeti devirmek için çalışan Beşli Çete içinde yerlerini almışlardı. Öyle ya, istenilenden fazlasını veren bir iktidar, sendikalar açısından ne mana ifade ederdi ki?..)
Çalışanlar ve üretenler, ilk defa kendilerinin de düşünülmeye başlandığını hissediyor olmuşlardı.
Yaklaşık 70 milyon insan, bereket denilen şeyin ve tabii ki piyasalar da hareket denilen şeyin ne olduğunu anlamaya başlamıştı artık...
Üvey evlat olarak görülen emekliler, özellikle de Bağ-Kur emeklileri, yöneticilerin kendilerini de insan sınıfında gördüğünü kanaatinde idiler artık.
Geliri ile giderini karşılayabilen bir Türkiye ortaya çıkmıştı.
Sürekli açık vermesine alışılmış bir bütçe yerine, vergiler artırılmadan, yeni vergi konulmadan; kamu mal ve hizmetlerine herhangi bir zam yapılmadan, denk bütçeye gidilebileceği ispatlanmıştı...
Bu durum birilerine ağır geldi... Hazımsızlıklar başladı.
Kime ya da kimlere, neden ve niçin ağır geldi ve hazımsızlık sebepleri ne idi, uzun hikaye.
Ama netice olarak, ülkemizin belki de Cumhuriyet tarihi boyunca yaşama şansı bulduğu en iyi dönem, dışardan ve onlara destek olmayı temel bir vazife addeden içerdeki uzantıları tarafından yok edildi.
Bir kadeh içkiyi 'hayat memat meselesi' yapıyormuş gibi gözüken ve şakşakçıları sayesinde bunun böyle olduğunu Milletimize yutturmaya çalışanlar; utanmaz bir şekilde 'ülkenin uçurumun başında' ya da 'felaketin eşiğinde' olduğu şarkılarını söyleyerek, bu muhteşem süreci baltalama işini başarabildiler.
12 yıl sonra dönüp yaşananlara baktığımızda, ülkeyi uçurumun kenarından kurtarma iddiası ile harekete geçenlerin, ülkemizi derin bir uçurumun tam da kenarına getirdiklerini görüyoruz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.