Osmanlı’nın siyasi mirasından kim, neden rahatsız olur?
“Türkiye, Osmanlı’nın sahip olduğu topraklara yeniden hükmedecek” hüküm cümlesi, birçok kesimleri tedirgin etmişe benziyor.
Sözün sahibi bir Osmanlı fanatiği (!) değil. Sözün sahibi tâ Atlantiğin öte tarafından. Stratfor isimli düşünce kuruluşunun jeostratejisti George Friedman.
21. yüzyıl Türkiye’sine Osmanlı rolleri yükleyerek gelecek okuması yapıyor. Sonuç olarak, Osmanlı hinterlandına geri dönmüş ve dünya ölçeğinde oyun kurucu bir Türkiye öngörüyor.
Daha önce de ABD’nin Merkezî Haber Alma Teşkilatı (CIA) eski üst düzey uzmanlarından Ortadoğu ve Türkiye uzmanı Graham Fuller bu meyanda önemli savlarda bulunmuştu.
Ekim 2008’de, Washington’da Jamestown Foundation adlı düşünce kuruluşunda düzenlenen “Gürcistan’dan sonra Türkiye ve Kafkasya” konulu konferansta; “Giderek çok kutuplu hâle gelen dünyada ‘müttefik’ kavramının tedavülden kalktığını” belirtmiş, bu bağlamda “Türkiye’nin artık ABD müttefiki olmadığını” ve “Türkiye, yüzyıldan beri ilk defa büyük bir bölgesel güç haline geldi” sözleriyle tartışma başlatmıştı.
Friedman ve Fuller’in yaptığı analizlerin detaylarında çelişkilerin olması yahut iddialarının manüplatif niyetlere mebnî olması, özü kaçırmamıza engel olmamalı, diye düşünüyorum.
Öz şudur: 21. yüzyıl yeni düzenini arıyor. Küresel ve yerel çatışmaların önemli ölçüde temel sebebi bu gerçektir. Bu konjonktürde, tarih, Türkiye’ye önemli görevler yüklemektedir. Mekânın tarihsel derinliği ve jeopolitiği bunu elzem kılmaktadır.
Bu süreçte yeni ülkeler öne çıkacak ve kimi önemli ülkeler de konvansiyonel önemini ve gücünü yitireceklerdir, tarihin doğal devinimine uygun olarak. Türkiye’nin yükselecek ülkeler arasında zikredilmesi, bir iyi niyetin açığa vurulması değildir elbette. Maddî ve tarihî koşullar, Türkiye’yi buna zorlamaktadır.
Tarih ve coğrafya sizi rahat bırakmaz. Tehlikeleri ve imkânları beraber size sunar. Bunları görecek, buna göre kendisini yeniden yapılandıracak ve gelişmeleri kendi lehinde yönlendirecek bir irade gerektir.
Her ülke kendi çıkarlarını önceleyerek inisiyatifler almaktadır bu yeni dönemde. Bu bağlamda yapılan analizlerde; Türkiye’nin gelecek konumuna dair ihtimalleri işaret ederek “alarm zilleri çalmak” veya bu yeni durumdan maksimum düzeyde istifade etmek için “yeni ittifak kurmak” teklifleri önermek de hep buna matuftur. Manüplatif argümanları da, gurur okşayıcı söylemleri de bu zeminde okumak lâzım.
Başkalarının dolduruşuna gelmeden ve ayaklarımızı yerden kesmeden tarihin bize sunduğu imkânlar çerçevesinde gelecek okumaları yapmak öncelikle bizim görevimizdir. Diğerlerinin yapmak istedikleri, ülkenin önündeki büyük fırsatlara mesafe koymamızı gerektirmemeli.
Gariptir, Türkiye’nin Osmanlı’nın siyasi mirasına sahip çıkma ihtimali ve bu yönde kendini ele veren inisiyatifler, sadece dış dünyayı değil, içimizdeki bir kısım kesimleri de hayli rahatsız etmiş durumdadır.
Dikkatinizi çekerim, Osmanlı’nın yeniden inşaasından değil, onun siyasi mirasına sahip çıkmadan bahsediyoruz. Doğal coğrafyamızı bölgemizin maslahatları doğrultusunda yeniden organize etmekten...
Peki, hangi kesimler ve neden rahatsız olmaktadırlar bundan?
“Osmanlı’nın siyasi mirasına sahip çıkma” taleplerine iki kesimden tepki geldiğini söyleyebilirim. Bunlar; kendisinden ve tarihte oynadığı rolden nefret eden garpzâde kesimler ve şuur dünyaları bulanık kimi mütedeyyin çevreler.
Birincisinin varlığını işaret etmek, malûmu ilam olacak. Lâkin, ikincisinin varlığını dillendirmek ise, tahmin ediyorum, “Bu da nerden çıktı?” şaşkınlığına sebep olacak.
Gözlemlerimden ve bu konuda yazdığım az sayıdaki yazıya gelen tepkilerden, diyebilirim.
Bunlar da farklı meşreplerden besleniyor tabiî. Kimisi, ilkesel yaklaştığı zannıyla karşı çıkıyor. Bunlara göre, “Osmanlı İslâm’ı temsil etmiyordu”. O, bir hurafeler imparatorluğuydu. Bu yüzden de, o mirasa sahip çıkmak, İslâm adına mümkün değildir.
Farkında olduklarını sanmıyorum, ama, bu yaklaşım, Cumhuriyet’in Osmanlı aleyhtarlığı üzerine kurulu resmî tarih öğretileri ve oryantalist bakışla malûl. Osmanlı’yı hata ve sevaplarıyla içten okumaya ihtiyaçları olduğunu söylemek durumundayız.
Bir de, Osmanlı siyasi mirasına dönüşün Osmanlı-Safevî kavgasını hortlatmak anlamına geleceğini iddia edenler var.
İran, dünya Müslümanlarının siyasi liderliğini üstlenmişken, aynı role soyunmuş ikinci bir ülkenin varlığı, fitnelere yol açacak endişesini taşıyorlar. Bunlara göre, ortaya çıkacak ikinci ülke daha çok Batı’nın çıkarlarını savunmak için öne sürülecektir. Hedef, İran İslâm Cumhuriyeti’nin önünü kesmektir.
“İslâm’da ırkçılık yoktur” ilkesinin gücüne sığınan bu kesim de, maalesef, tarihsel ve sosyal realitelere gözünü kapatmış bulunmaktadır.
İran’ın mezhebi sebebiyle, Sünni dünyada, yani dünya Müslümanlarının yüzde doksanına tekabül eden ezici çoğunluğunda bir siyasi temsil merkezi olarak görülmediğini kabûl etmek istemiyorlar.
Osmanlı siyasi ruhu dediğinizde, akıllarına bir “ittifak”tan çok bir “çatışma”nın gelmesi bundandır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.