Tarihte bugünü görüyoruz
Dünya önemli ve hızlı gelişmelere şahit oluyor. Tabii gelişmelerin tümü üzerinde de yorum ve değerlendirme yapmaya gerek yok. Birçoklarının sadece haber olarak aktarılması yeterlidir. Yorum ve değerlendirme tamamen okuyucunun kendisine aittir. Bazı gelişmelerin gölgede kalan yönleriyle ilgili birtakım değerlendirmelere ve bilgilendirmelere ihtiyaç oluyor. Yorumların amacı bunu gerçekleştirmektir. Bazı gelişmeler ise haberlere hiç yansımıyor, tümüyle gölgede kalıyor. Köşe yazıları bu gibi gelişmelerin gündeme getirilmesinde de işe yarıyor.
Bugünkü yazımızda tarihte kalmış üç önemli hadisenin yıldönümü münasebetiyle bu olayların günümüze ışık tutan yanlarına temas edeceğiz. Son dönemde vuku bulan bazı gelişmelerden de inşallah hafta içinde yayınlanacak yazılarımızda söz edeceğiz.
Bugün 18 Mart. Çanakkale zaferinin yıldönümü. Çanakkale mücadelesiyle ilgili oldukça farklı yorumlar ve değerlendirmeler yapıldı. Bazıları sonrasındaki gelişmelerle arasında irtibat kurarak hadise hakkında değerlendirme yaptı. Ama sonrasındaki gelişmelerin sorumlusu orada düşmanın karşısında durarak onun büyük bir orduyla işgal gerçekleştirmesini engellemek için canlarını feda edenler değildir. Her ne açıdan bakılırsa bakılsın Çanakkale’de büyük bir zafer kazanılmıştır ve olayı Mehmet Akif’in şiiri gerçekten güzel bir şekilde özetlemektedir. Ben şahsen, Çanakkale Zaferiyle, Gazze Zaferi arasında önemli bir benzerlik görüyorum. Çanakkale’de verilen mücadele aynı zamanda Gazze’deki direnişin meşruiyetini, haklılığını, silah edinme hakkını anlamak isteyenlere ışık tutabilir. Bazılarının Çanakkale’deki mücadeleyi kutsallaştırıp da Gazze’de, haklı ve meşru mücadeleyi anlamak istememeleri, bu mücadeleyi gereksiz görmeleri, oradaki direnişçilerin silah edinme haklarına itirazda bulunmaları ya kör bir asabiyetten ya da çağdaş emperyalist güçlerle göbek bağı içinde olmanın getirdiği taraflılıktan kaynaklanıyor olabilir.
16 Mart Halepçe katliamının yıldönümüydü. Bu münasebetle zulmü ve vahşeti yeniden gündeme getiren muhtelif açıklamalar oldu. Ben şahsen Halepçe’yi ziyaret etmiş, oranın sıcakkanlı insanlarıyla bir araya gelmiş, zulmün geride bıraktığı izlerin bir kısmını gözlerimle görmüş ve intibalarımı daha sonra yazılarla ifade etmeye çalışmıştım. Yıldönümü münasebetiyle Halepçe’de vahşete, zulme kurban gidenleri bir kez daha anıyoruz. Ama ne yazık ki zulüm ve vahşet Halepçe’de son bulmadı. Bakın, daha kısa bir süre önce Halepçe’de gerçekleştirilen katliamın ve icra edilen vahşetin Gazze’de tekrarına şahit olduk. Halepçe’de uluslararası anlaşmalarla normal savaşlarda bile kullanılması yasaklanmış kimyasal bombalar kullanılmıştı, Gazze’de de kullanıldı. Üstelik her ikisinin de ABD kaynaklı olduğu tahmin ediliyor ve öyle olması ihtimaline işaret eden çok önemli deliller var. ABD Halepçe’deki katliama susmuştu, Gazze katliamını açıktan destekledi. Ne kadar ilginçtir ki bütün bu suçların malzemesini temin eden ABD, yasak silah aradığı iddiasıyla Irak’ı işgal etti. Savaş suçlarının en büyüklerini işleyen bu ülke birilerinin savaş suçu işlemekten yargılanmasına ön ayak olmaya da çalışabiliyor.
16 Mart aynı zamanda zulme tepkili vicdanların sesi kabul edilen Rachel Corrie adlı bir genç kızın öldürülmesinin yıldönümüydü. Bu genç kız bir ABD vatandaşıydı. ABD çağdaş zulmün ve emperyalizmin çetebaşılığını yaparken, onun vatandaşları arasında bu zulme tahammül edemeyerek seslerini yükseltenler hatta mazlumların evlerinin yıkılmaması için buldozerlerin önüne atılarak kendilerini feda edenler de var. Nitekim bir Amerikalı da geçtiğimiz günlerde Filistin’in Batı Yaka bölgesinin Na’lin köyünde, işgalci Siyonistlerin ırkçı ayrım duvarına karşı protesto eylemlerine katıldığı için işgalcilerin saldırılarına hedef olarak ağır bir şekilde yaralandı. Evet, ABD’nin vatandaşları arasında da zulme başkaldıranlar var ama dikkat ederseniz ABD onlara hiç sahip çıkmıyor. Hele bunlar Siyonist işgal devleti gibi özel korumaya alınmış bir devletin icra ettiği vahşete ve zulme tepki gösteriyorlarsa!
Otuzuncu Harf dergisi Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’yle işbirliği yaparak Rachel Corrie’nin öldürülmesinin yıldönümünde, onun anısına “Dünya Vicdan Günü” adıyla bir program düzenledi. Bizi de davet ettiler ve iştirak ettik. Bayağı ilgi vardı ve farklı görüşlerin serdedildiği programda bütün herkesin ittifak ettiği bir husus vardı: Corrie’nin zulme rıza göstermeyen bütün vicdanları temsil eden önemli bir kahraman olduğu. Demek ki hangi inanç ve düşünceden olurlarsa olsunlar insanî duyarlılıklarını kaybetmemiş olanlar zulme tepkide ittifak edebiliyorlar. Ama bu ittifakın pratiğe yansıtılması ve güçlerin birleştirilmesi konusunda hâlâ çok başarısız olduğumuzu da itiraf etmek zorundayız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.