Özgürlük istemeyen üniversite
özgürlük istemeyen üniversite bir garabettir ama gelin görün ki bu garabet Türkiye'nin gerçeğidir.
üAK'un başörtüsü meselesine dair beklenen toplantısı Türkiye'de toplumsal barışın da bilimsel kalitenin de sorununun ne kadar derin olduğunu ortaya koydu. Başından itibaren naklen topluma izletilen toplantı tam ağlanası bir komediydi. Türkiye'nin bilim, akıl ve akademisinin birinci dereceden aktörlerinin sergiledikleri manzara bir siyaset gösterisi olarak bile her türlü kaliteden yoksun, fanatik bir sokak gösterisi havasında gerçekleşti.
Geçen gün Ahmet Taşgetiren'in çok büyük bir isabetle söylediği gibi, bir kız babası bu görüntüleri izleyerek bu hocalara "eğitilmek" üzere kızını nasıl emanet edebilir? Gözlerinden alev aleve nefret ve düşmanlık akıyor ve üstelik bilim kisvesini kendi husumetleri için haksız avantaj malzemesi olarak istismar eden insanların birilerini eğitme ihtimali, birilerine erdemli bir bilgiyi aktarabilme ihtimali olabilir mi?
Komediye bakınız ki, iktidarı temsil eden güçler üniversitelerde her türlü düşünceye "özgürlük" diyor. Bilimsel faaliyeti yapanlar "biz özgürlük istemiyoruz" diyorlar. Ama söyledikleri tabii ki başka bir anlama geliyor. "Bizim sahip olduğumuz özgürlük başkasına tanınmasın, sadece biz özgür kalalım, bu özgürlüğü başkasıyla paylaşmayalım" diyorlar.
YöK başkanı şimdiye kadar alışılmış olandan farklı bir profil çizerek alabildiğine demokratik davranıyor, kendi hallerinde bırakıyor ama bunu yaparken de bunu demokratik bir ilke ve her şeyden önce insana yaraşır bir saygı ve centilmenlik adına yaptığını belli etmekten de geri durmuyor. Ama bizim her zaman yukarıdan emir-komuta almaya alışık rektörlerimiz bu kadar saygıyı, bu kadar serbestliği ne yapacaklarını şaşırıyorlar. .
üAK başkanının yaptığı şu açıklamaya bakınız "türban serbest bırakılırsa kadın öğretim üyeleri derslere girmeyiz" diyebilirmiş. Bunun açık bir tahrik olan, bazı öğretim üyesi kadınları "bazı" öğrencilere karşı açıkça ayırımcılık yapmaya davet eden boyutunu bir yana bırakalım. Allah aşkına şimdiye kadar türbanla ilgili bütün kaygıların tam tersi bir taraftan zaten fiilen gerçekleştiğinin bundan daha açık bir itirafı olabilir mi? Şimdiye kadar türbanlı doktor adaylarının erkek hastalara bakmayacağı sadece bir vehimden ibaretti; bir yasakçı efsanesinden ibaretti. Oysa şimdi bir öğretim üyesinin türbanlı bir öğrencisine ders vermeyi reddetmesi açıkça en yetkili ağızdan teklif ve tahrik edilmiş oluyor.
üyelerinin yarısı üniversite rektörlerinden oluşan üAK'un toplantısının sonucunda hem böyle bir bildirinin çıkması hem de bu bildirinin gülünç bir fanatizm havasında sunulması aslında şaşırtıcı değildir. Bu görüntü aslında son on yıldır üniversite rektörlüklerinin seçim tarzının ve bu tarza hakim olan açık ve kuralsız kadrolaşma çabasının üretmiş olduğu bir sonuçtur. Bir kaç oyla bile seçilebilmiş profesörlerin, çoğunluk öğretim üyelerinin iradeleri hiçe sayılarak YöK himayesi veya cumhurbaşkanının keyfi tasarruflarıyla atanmasının ürettiği bir sonuçtur. Açıkçası Türk toplumunun genel mutabakatıyla bu kadar taban tabana zıt bir görüntünün ortaya çıkması, bu esnada ataması yapılan bütün rektörlerin çok özel-marjinal siyasi görüş kriterlerine uygun olarak seçilmiş olduğunu gösteriyor.
Bu sürecin sonucunda toplumun belli bir kesimi belli bir kesimi aleyhine kışkırtılacağı kadar kışkırtılmıştır. Bu görüntü asla normal bir görüntü değildir. YöK başkanının isabetle dediği gibi memleketin siyasi mevzularıyla ilgili görüş bildirmek üAK'un üstüne vazife değildir. Esasen üAK diye yasal bir kurum da yoktur. Bu haliyle bile üniversitelerin akademik işlerini yürütmekten başka bir görev tanımı olmayan bu kurul bugün bütün üniversiteleri hatta yetmiyor gibi bir de bütün bilimsel aklı tek başına temsil ediyormuş gibi davranarak tam bir "siyasi odak" haline gelmiştir.
Bu odağın Türkiye'ye yabancı olduğu bir gerçektir.
Bu odak esasen üniversite kavramına da yabancıdır. Bilime de yabancıdır.
Seçim tarzlarını herkesin bildiği rektörlerin hiç birisi başörtüsü konusunun veya laiklik kavramının ilgili olduğu sosyal, siyasi, felsefi mevzulara aşina değildir. Türkiye'deki üniversitelerin 45 tanesi zaten tıp kökenli rektörlerce yönetiliyor.
En önemli sorunlardan birisi de budur. Bu rektörlerin arkalarına bilimi alarak konuştuklarına bakmayın. Bu konuya bilimsel bir yaklaşım geliştirebilmek için takdir edilmelidir ki, biraz siyaset bilimi, biraz hukuk, biraz sosyal bilim, biraz teoloji bilmeleri gerekiyor.
Bugün rektörlerin sahip oldukları idari temsil yetkilerini el çabukluğuyla hemen bilimsel temsile de dönüştürüp bu temsili de tepe tepe ve çok yanlış istismar ederek kullanmaları, sahip olmadıkları bilim adına bir iktidar kullanmaları hiç de ahlaki değildir. Oysa işin akademik kısmıyla çok daha ilgili olan öğretim üyeleri bu istismara nihayet dur diyen bir bildiriye imza attı aynı gün içinde. Yüzlerce akademisyenin altına imza attığı bildiri üniversite hocaları tarafından tam bir duygu tercümesi gibi karşılandı ve üAK'un üniversite kavramını temsil edemediğini haykırdı.
Bildiriyle hocalar kısaca "üniversiteler artık üniversite olsun, özgür olsun. özgürlüklerin kısıtlandığı değil teneffüs edildiği yer olsun" dediler.
Biraz geç kalmış da olsa, üniversite işte budur.