Serdar Demirel

Serdar Demirel

Türkiye’nin model olmasından ne anlıyoruz?

Türkiye’nin model olmasından ne anlıyoruz?

Bu köşeyi takip edenler, Türkiye’nin oynaması gerektiği tarihî role, zaman zaman atıfta bulunduğumuzu bilirler. Ancak, bizim vurgu yaptığımız temsiliyet meselesi, liberal köşe yazarlarının kastettiği “liberal bir laiklik” yorumunu hayata geçirme anlamında değil elbette.
Barak Obama’nın TBMM’inde dile getirdiği “model ortaklık” teklifinden farklı olduğu gibi, ulusalcıların; ulusa hizmet etmediği kesin olan çılgınca arayışlarından da farklı.
Biz, Türkiye’nin üstlenmesi gereken misyon derken, halkın değer yargılarıyla ve bağlı bulunduğu medeniyet havzasının yüklediği misyonla bağlantılı bir temsiliyetten bahsediyoruz. Tarihiyle barışık ve bu tarihin uzantısı olan bir kurucu ruhtan...
Devletler muvazenesinde güç dengelerini hakkıyla gözeten, kendi gücünün farkında ve komplekssiz bir misyona vurgu yapıyoruz. İdeallerle mümkünât arasında bir denge kurarak yerelliğini de küreselliğini de muhafaza eden bir vizyondan.
Batı’nın liberal kimliğini boynuna asan ve başkasının yazdığı senaryoya göre rol kesen aidiyeti silik bir modelden değil.
Zaten bizim esas sorunumuz, kendimiz olamamaktır. Kendimiz olduğumuzda ise, neler yapabileceğimizi tarihe sormak lâzım.
Kendimiz olmak demek, kimilerinin anladığı gibi dış dünyaya kapanmak anlamına gelmez. Dış dünyaya kendi yerelinden hareketle açılan, özgüven sahibi özgün bir kimlik ortaya koymak kastımız.
Gayrisi yok. Gayrisi taklit. Ve gayrisi çıkmaz sokak.
Barak Obama’nın TBMM’inde yaptığı konuşmadan hareketle; “Bizi, Müslüman dünyanın modeli bir ülke yapacaklar” diye sevinç çığlıkları atanlar da, “Kalsın, biz almayalım!” diyenler de ortaya özgün bir model sunmamaktadırlar!
Liberaller; “demokrat, anglo-sakson tarzında bir muhafazakârlığa açık, laik, dünyaya ve değişime entegre, piyasa ekonomisi içinde küresel rekabete hazır ve AB üyeliğine can atan” bir modelden dem vuruyorlar.
Güzel de, burada muhafazakârlığı saymazsak yerelliğe dair ne var? Kaldı ki; bu muhafazakârlığın ne kadar bize ait olduğu da tartışmalı. Çünkü bize özgü bir dindarlıktan değil, liberal dünya görüşünün değer sisteminin hassasiyetlerine göre kurgulanmış dinî bir kimlik söz konusu olan.
Bir anlamda katı laikliğin soft laiklikle takas edildiği, “Beyaz Türkler”in devlet imkânlarından nemâlandığı gibi “Kara Türkler”in de nemâlandığı, çevrenin merkeze taşınmasının önünün açıldığı ve toplum katmanları arasında geçişgenliğin normalleştiği ama nihâyetinde; Batılı güç merkezlerinin yazdığı senaryoda, güçlü de olsa, bir figüranlık söz konusu olan.
Ben, hükümetin dış siyasetini dizayn edenlerin böyle düşündüğünü sanmıyorum. Bundan olsa gerek, zaman zaman niza çıkarır liberaller. Özellikle de, liberal modele giden yol haritasında sapma gördüklerinde, hükümete aba altından sopa göstermeyi ihmal etmezler.
En çok da hükümet, AB üyeliği için reformlarda elini ağırdan aldığında kızıyorlar. O zaman da, “liberal-muhafazakâr koalisyonda çatlak oluştu” yorumları gırla gidiyor medyamızda.
Liberallerimiz, “biz” kalmakla “ötekileşmek” arasında bir hassasiyet taşıyorlar mı? Doğu ve Batı’nın örtüşmeyen değerlerini ve çıkarlarını ne kadar önemsiyorlar?
“Ya bir gün, AB kapılarını Türkiye’ye kapatırsa!” Ortada bunun güçlü sinyalleri var. O zaman ne diyecekler, merak ediyorum.
“Böyle bir şey yok!” demek de, bunların önemini görmezden gelmek de safdillik olur. Küresel değerleri savunurken “küresel olduğu iddia edilen değerleri” en azından epistemolojik zeminde neden sorgulama gereği duymazlar?
Bunların söylemlerini güçlü kılan, ulusalcılardır.. Bunların elini güçlü kılan, devletin karanlık geçmişidir.. Bunları meşru kılan, sırtlarını dayadıkları küresel hâkim liberal değerlerdir..
Demokrasiye vurgu yapsalar da, buyurgandırlar. Çünkü, önünüze kendi modellerinden başka alternatif koymazlar, konulmasını da istemezler. Sonuçta, başka bir dünya için Müslüman dünyayı dönüştürmek misyonuyla varlar...
Bunların karşısında da ulusalcılar var.
Obama’nın Türkiye’ye biçtiği “model ortaklık” tezine, “Kalsın, biz almayalım!” diyen, ama ortaya özgün bir misyon koyamayan ulusalcılar..
Ülkeyi; herkes bize düşman evhamıyla uyutabileceğini sanan ulusalcılar.. Ergenekoncuların yazdığı kanlı senaryoların kahramanı ulusalcılar..
Kendi halkına karşı “Kurtuluş Savaşı” ilan etme tuhaflığına düşen ve böylece ülkeye rahat nefes almayı haram kılan ulusalcılar..
Bunların ortaya koyduğu model ne?
Ben, Baasçılıktan başka bir model göremiyorum.
Baasçıların bir dönem ortaya koydukları; “Rucu ile mâ kable’l İslâm” (İslâm öncesi döneme dönüş) söylemleriyle paralel düşmeleri boşuna değil. Koca İslâm geçmişini atlayıp, “altın dönem” addettikleri cahiliye devriyle ilişki kurma cinneti.
Ulusalcıların, Türklerin İslâm öncesi dini olan Şamanizm’den medet ummaları bile ülkeye ne tür bir deli gömleğini lâyık gördüklerini gösterir.
Hâsılı kelâm, Türkiye oyun kurucu bir güç olmalıdır, ama özgün kimliğini yitirmeden ve değerleriyle barışık olarak...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Serdar Demirel Arşivi