Ne günlere kaldık!
Mantıklı düşünmenin yerine “elbette büyüklerim düşünmüştür, ben düşünmem, emre uyarım!” düşüncesizliğinin geçtiği toplumlarda varılan sonuçlar gitgide yaman olur. Büyükler arasında birlik olmayınca, düşünmeyi unutmuş küçüklerini biribirlerine saldırtırlar, biribirine karşıt sloganlar ve flamalar biribirine karşıt gövde gösterilerinde uçuşur ve dalgalanır, ilim değil şaklabanlık kazanç sağladığı için, söz ayağa düşer, tarafların “amigo”larının hazîn bir seviyesizlik örneği olan haykırışları arasında, çoktan terkedilen mantık yanında, gerçeklikten de büsbütün uzaklaşılır ve sonuç da değişmez: -Eyvâh! Bu bâzîçede bizler yine yandık!/Zirâ ki ziyân ortada, bilmem, ne kazandık?
Tırmalaşan küçükler, bir yandan da salya-sümük ağlayabilirler: -Ah benim ölmüş büyüklerim! Başınızı kaldırın da bakın! Siz bizi adam etmek için şu karşımızdaki takımın dedelerinin sırtında ne sopalar kırmakla kalmayıp ne kelleler kestiniz! Emekleriniz boşa mı gidecekti? -Oh olsun! Şimdi intikam fırsatı elimize geçmişken size göz açtırır mıyız? Haydi arkadaşlar, bunların pestilini çıkarmazsak, asırlık galibiyetimizi kaybedeceğiz, amaç için her araç yasaldır, gerisi gericilik ve masaldır, sürekli göstermelik seçimlere kadar her yarıyılda erken seçim!
İnsanı en çok üzen de, unvanlarına bakılırsa en azından bir mikdar mürekkep yalamış olmaları gereken kadınlı-erkekli bir kısım beşik ve eşik ulemâsının da ikinci takımda yer alması! Bunlara, lâikliğin “tebdîl-i kıyafet etmiş faşizm” demek olduğunu hangi şeytan öğretti? Haydi bunlar içindeki “teknokrat”ları; hikmetten yoksun kalmış yüksek öğrenim sisteminin olağan ve kanıksanmış îmalât hataları olarak görelim, felsefecilerin, siyaset bilimcilerinin, hukukçuların da hâl-i pür-melâlini “hoş gör yahû!” diyerek hoş görebilir miyiz? “Bir ân için vicdanınızla başbaşa kalmayı da mı unuttunuz?” derseniz, ya hiç cevap alamazsınız, yahut punduna getirilince defteriniz dürülmek üzere fişlenirsiniz, en iyi karşılık da “-Türkçe konuş da anlayalım bre, biz Cumhuriyet çocuğuyuz, vicdan ne demek?” olur. Bu soruyu soranlara dert anlatmaya çalışırken bu kez de salya-sümük ağlayan karşı takım yumurcaklarından birisi “sen de onlardansın demek!” na'rasıyla ve teke kafasıyla tos vurup burnunuzdan “kan şarlatır!” Ey Azîzan, nice kez başıma gelmiştir. Bu tekeler, daha sonra “Kizb ile mahlût hâtırat” kaleme alarak şecaat arz ederler. Allah'a sığınmaktan başka çarem var mı? Kalsın benim davam Divan'a kalsın! Ne Süleyman'a esîriz, ne Selîm'in kuluyuz/Kimse bilmez nice bir Şâh-ı Kerîm'in kuluyuz! -ülen, Türkçe konuş da anlayalım!- Boş ver, unut gitsin, kendine iyi bak!
Ey Azîzan, “Lâiklik” teriminin Türk geleneği ve birikimi içinde köksüz ve anlamsız kalacağını, bazı bezirgânların da bu terimin arkasındaki kavramı hormonlayarak “İslâm düşmanlığı sloganı” haline getireceklerini sezen Ali Fuad Başgil Merhum, bu terim yerine, ardındaki -hormonlanmamış- insanlık onuru kavramının bilincinde olmamız gerektiğini söylemişti de aldıran olmamıştı. Ben de on yıldan fazladır söyler dururum, yine aldıran olmaz. Bu aldırmazlık ve aymazlığın artık dehşet verici boyutlara varan kötü sonuçlarını görmez misiniz ey Celal Şengör emsâli ulemâ-i rüsûm?
Başörtüsünü, bir tarafın “kamusal alan”a sokmamak için direndiği bir “düşman bayrağı” haline getirmenin anlamı var mı? Başörtüsünü siyasî bir simge olduğunu hâlâ iddia edebilecek kadar mantıktan ve insafdan nasipsiz misiniz? “Dînî simge” olduğunu söylüyorsunuz, diyelim ki gerçekten “İslâm'ın simgesi” olsun, böyle ise bu İslâm düşmanlığı, hangi lâiklik anlayışının gereğidir? Hilâl de Batı'da “İslâm'ın simgesi” olarak görülmüştür, şu halde “çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!” diye “şakırdadığınızda” lâiklik tehlikeye girmiyor da, “İslam'ın simgesi” olarak değil de “inancına uygun yaşama” hürriyetinin sonucu olarak başını örten bir kadın mı lâiklik ilkesini deviriyor? Laiklik ilkesi'nin “tek veya başlıca düşmanı” sayılan bir dinin örgütü, aynı lâiklik ilkesinin Lâik Devlet örgütlenmesi içinde ne arıyor? Ey Celâl Şengör, anlamsız şenliğinin yanında ne bu şiddet, bu celâl! Komutanlarla telefon konuşmasında, “-rahat!” komutunu duymadıkça “esas duruş”unu bozmadığını söylermişsin, kendi bileceğin iştir, “lâ ikrâhe fîd-dîn”, ancak, herkesi de kendine benzetmek için dayatma cür'etini, pervasızca “üniversiteyi kapatırız!” deme hakkını; sana kim verdi? Kimden “-rahat durma da keyfinin istediğini söyle!” ruhsatını aldın? Helâl olmasın sana bu yollar!
Laikliği, “demokratik ve sosyal Hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin; insanlık onurunda eşitlik ilkesi, Hakkaniyet ilkesi ve Hukuk Devleti'nin evrensel ve temel ilkelerinden ve uygulamalarından, hiçbir dînî, felsefî, siyasî görüşe ödün vermemesi” şeklinde ifade edip kavramadıkça, iki yakamız bir araya aslâ gelemez ey Azîzan!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.