Batı ırkçılık konusunda da çifte standartçı
Birinci Durban Konferansı’nda üzerinde durulan ırkçılık ve ayrımcılık ile ilgili sorunların tekrar gündeme getirilmesi için Cenevre’de BM gözetiminde uluslararası toplantı düzenlenmesinin kararlaştırılması üzerine Siyonist işgal devletinin ve onun arkasında duran emperyalist güçlerin hemen telaşlanmaya başlaması bu konudaki korkularından kaynaklanıyordu. Defterlerinin temiz olduğuna inananların telaşlanmaları için herhangi bir neden yoktu çünkü. Çağdaş emperyalizmin istediği, ırkçılık gündeme getirilse de sadece kendilerinin hedefe yerleştirecekleri ülkeleri ilgilendiren dosyaların açılması, Siyonizmin ırkçılığının herhangi bir şekilde gündeme getirilmemesiydi. Tıpkı nükleer silah konusunda olduğu gibi. Yahut Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Hasan el-Beşir’i mahkûm eden Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Siyonist saldırganların işlediği savaş suçlarıyla ilgili şikâyetlere karşı gözü kör kulağı sağır kalmayı başarabildiği gibi.
Ne kadar ilginçtir ki çağdaş emperyalist güçler Cenevre’de ırkçılık ve ayrımcılık politikalarının ele alınacağı konferansın başlamasından önce işgalci Siyonist devlete dokunulmazlık zırhı giydirilmesi için harekete geçerken Siyonist devletin yeni Başbakanı ırkçılığını açıktan ilan etmekte herhangi bir beis görmüyordu. Çünkü Siyonist devletin yeni Başbakanı Netanyahu, Filistin meselesiyle ilgili herhangi bir çözüme varılabilmesi için Filistinlilerin, İsrail’in başkenti Kudüs olan bir Yahudi devleti olduğunu itiraf etmeleri gerektiğini söylüyordu. Böyle bir şart ileri sürülmesi her şeyden önce Siyonist işgal devletinin ırk ayrımı ilkesinden vazgeçmeye niyetli olmadığını ilan anlamı taşıyordu. BM’nin Siyonizmin ırkçılık olduğuna dair ve bir önceki yazımızda sözünü ettiğimiz 3379 sayılı kararında istinat ettiği raporlar ve beyannamelerde en çok dikkat çekilen husus da işte bu ayrımcılıktı. Netanyahu, İsrail’in ırkçı ve ayrımcı doktrininden vazgeçmek istemediğini ilan ederken ve Filistinliler onu bu vasfıyla tanımadan herhangi bir çözüme varılamayacağının altını çizerken çağdaş emperyalizmin Siyonist ırkçılığa dokunulmazlık zırhı geçirmekte ısrarlı davranmasını acaba sadece körlük ve sağırlıkla izah etmek mümkün müdür?
Netanyahu’nun açıklamasıyla ilgili olarak daha sonra yine İsrail kaynaklarında yer alan yorumlarda, Filistinlilerin önüne böyle bir şart konmasının amacının yurtlarından çıkarılmış mültecilerin dönüş haklarının sonsuza kadar ellerinden alınması olduğu dile getirildi. Çünkü bugün yurtları dışında yaşamak zorunda olan Filistinli mültecilerin mülkleri üzerinde meşru hakları uluslararası hukuka göre hâlen geçerlidir ve Siyonist devletin onların mülklerine el koymak için uyguladığı “Sahipsiz Mülkler Kanunu”nun herhangi bir geçerliliği olamaz. Fakat işgalci devlet buraların hukuka aykırı bir şekilde gasp edilip göçmen Yahudilere dağıtılmasını Filistinlilere onaylatmak, İsrail’in bir Yahudi devleti olmasının ona tahakkümü altında tuttuğu topraklarda Yahudilere öncelik verme imkânı tanıdığını kabul ettirmek istiyor.
Toplantı öncesinde Siyonist yönetimin Filistin Özerk Yönetimi’yle, İsrail’in ırkçılığının sonuç bildirgesine alınmaması için pazarlık yaptığına dair haberler yayınlandı. Böyle bir pazarlığa ihtiyaç duymaları da kirli çamaşırlarını kendilerinin başkalarından daha iyi tanımalarından, onları gizli tutma numaralarını, tehdit ve teşvik malzemelerini devreye sokma ihtiyacı duymalarından ileri geliyordu.
Emperyalizmin baskılarına ve Siyonizmin gölgede oynadığı oyunlara rağmen Cenevre toplantısına damgasını vuran konu yine Siyonizmin ve onu resmi ideoloji olarak kabul eden İsrail işgal devletinin ırkçılığı oldu. Bu kez işgal devleti aynı silahla karşılık verme çabası içine girerek Cenevre konferansını ırkçılık yapmakla suçladı. Siyonistlerin böyle kelimeler ve kavramlar üzerinde oynayarak üste çıkmaya çalışması Kudüs’te binlerce Müslüman önderin, ilim adamının kabrini ortadan kaldırarak inşa ettiği binayı “Hoşgörü Müzesi” diye adlandırmasına benziyor. Ne var ki uluslararası Siyonizmin medya alanında sahip olduğu imkânlar onun bu şekilde kelimeler ve kavramlar üzerinde oynadığı oyunların sonuç vermesini sağlıyor.
İsrail’in ırkçılığını belgeleyen uygulamaları sıralamaya başlarsak sözü bayağı uzatmamız gerekecek ve günlerce bu konuyla ilgili makaleler yazsak da yeterli olmayacak. O yüzden konuyla ilgili bir kaynak vermekle yetinmek istiyoruz. Daha önce bir yazımızda sözünü ettiğimiz Zeytune Araştırma Merkezi “İsrail’in 1948’de İşgal Edilmiş Topraklardaki Irkçı Uygulamalarından Örnekler” adlı bir kitap yayınladı. Bu kitabın pdf kaydını kurumun Web sitesinden (www.alzaytouna.net) temin etmek mümkündür.
Bu arada Kudüs’te Arap nüfusun % 30’la sınırlandırılmasına dair İsrail kararını ve işgal devletinin Filistinlilere işkence edilmesine imkân tanıyan bir yasası olduğunu hatırlatmamız bile tahmin ediyoruz onun ırkçılığı konusunda herhangi bir şüpheye mahal bırakmayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.