Cemaat, siyaset ve gelecek

Cemaat, siyaset ve gelecek

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un 14 Nisan 2009’daki konuşması, neleri hedefliyordu, bunlardan hangisine ulaştı ya da ulaşamadı? Bu soruların cevabını bilmiyoruz elbette. Ama bildiğimiz, bu vesileyle başlayan tartışmanın öyle kolayca sakinleşmeyeceği.

O konuşmanın ardından İlker Başbuğ, 29 Nisan’da hangi gerekçelerle bir kez daha medyanın önüne çıkacak? Bunu da bilmiyoruz. Eğer konuşmayla elde edildiği düşünülen bir kazanım ya da yapıldığı kabul edilen bir ‘açılım’ varsa, basın toplantısı tüm bunların üzerine ne ekleyecek? Kamuoyundaki yanlış anlamalar mı düzeltilecek? Yeni mesajlar mı verilecek?

Harp Akademileri’ndeki toplantıda avantaj Başbuğ’daydı. Çünkü konuşma metnini sundu ve sorularla muhatap olmadı. Bu kez, elbette soru sormayı tercih ederlerse, karşısında merakları kabarmış gazeteciler olacak.

Helikoptere alınmayan meslektaşımızdan 23 Nisan’daki tavrına, Fethullah Gülen cemaati üzerinden başlayan tartışmadan Ergenekon ve Türkan Saylan’a kadar pek çok soruyla muhatap olacak.

29 Nisan’da kimin ne soracağını ve Başbuğ’un vereceği cevapları doğrusu şimdiden merak ediyorum.

* * *

Biz cemaat üzerinden başladığımız tartışmaya devam edelim.

Gülen Hareketi, uzun yıllar daha çok merkez sağdaki partilere destek verdi. MSP-RP-FP çizgisindeki siyasi harekete, daha açıkçası Milli Görüş’e sıcak bakmadı. 1973’teki yakınlaşma hamlesi 1997’de çözüldü. 1995 yılında ortaya çıkan ‘geçici’ yakınlaşma ise, 28 Şubat’la birlikte hızla ‘mesafe’ye dönüştü.

Doğrusunu söylemek gerekirse ne Gülen Hareketi bu siyasi çizgiye yakın olmak için özel bir çaba gösterdi. Ne de Necmettin Erbakan liderliğindeki Milli Görüş’ün bu alanda ciddi bir gayreti oldu. Üslupları benzemese de, her iki taraf da diğerinden farklı olduğunun altını çizdi. İki hareket arasındaki doku farkı, bugün de pek çok alanda ortaya çıkan belirleyici bir etken.

Türkiye’deki kimi yazarların ve aydınların ‘Hepsi din kökenli, al birini vur ötekine’ kolaycılığı bu önemli farkları konuşmaya izin vermese de, Gülen ve Erbakan arasındaki doku farkı ciddi bir başlık olarak konuşulmayı hak ediyor. Elbette daha geniş bir platformda.

* * *

Gülen Hareketi’nin AK Parti’ye olan yakınlığı ise kuşkusuz öncekilerden çok daha farklı oldu. Ne Turgut Özal’ın ANAP’ıyla, ne siyasi hayatının herhangi bir döneminde Süleyman Demirel’le, ne de Tansu Çiller’le bu düzeyde bir yakınlaşmadan söz edilemez.

Bu farkı ortaya çıkaran pek çok etken var. AK Parti’nin Milli Görüş kökenine rağmen daha çok ‘merkez’de tutunma çabası, uluslararası konjonktürde yakaladığı karşılık ve avantajlar, partinin kuruluştan itibaren ortaya koyduğu çerçeve.

Öte yandan, geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde yükselen ve 1990’lardan itibaren siyaset üzerinde ciddi bir etkinlik sağlayan Gülen Hareketi’nin, gücüyle orantılı bir yeni duruş sergilediğini de görmek gerekiyor.

Süleyman Demirel’e atfen anlatılan ‘Listelerde Nurcu yok da ne demek, ben varım ya kardeşim’ ifadesinin üzerinden çok sular aktı.

Gözden kaçırmayalım. Doğrudan siyasi iddiası olmayan ve daha çok dini fonksiyonları olan yapıların, sosyal ve ekonomik talepleri, iddiaları daha belirgin hale gelmiştir.

Bugün herkesin sormaya çalışıp etrafında dolaştığı soru şudur: Acaba giderek güçlenen bir dini cemaat, zaman içinde siyasete doğrudan talip olur, sözgelimi bir siyasi parti kurar mı?

Kişisel olarak buna bir cevabım var elbette. Ama bu tartışmanın daha da olgunlaşmasını, hiç olmazsa tarihiyle, sosyolojik çerçevesiyle doğru dürüst ele alınmasını beklemek en doğrusu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi