1948’den beri kanayan yara...
İsrail'in nasıl kurulduğu, Birleşmiş Milletler tarafından tahsis edilen sınırlarını nasıl genişletip, bugünkü durumuna ulaştığı, BM'nin, ABD'ye rağmen aleyhinde alabildiği kararları kaale bile almadığını, artık bilmeyen kalmadı.
İşgal altında hayatlarını sürdürmek zorunda kalmış olan Filistinlilerin devlet aygıtı tarafından vatandaş olarak görülmek istenmediği; demokratik haklarından mahrum edildikleri ve gelecekte Müslüman nüfusun daha fazla olabilmesi ihtimali sebebiyle, İsrail devlet yapısının, 'Yahudi devleti'ne dönüştürüldüğü de, artık hemen herkes tarafından biliniyor.
Vatandaşlarından hatırı sayılabilecek kadarı Müslüman olan bu ülkenin bir din devletine dönüşmekte oluşu, Filistinliler ve onların meselesine yakın olanlardan başkasının da dikkatini çekmiyor.
İşgal altında olmasa da, tarihte benzeri az görülmüş bir ablukanın altında altında hayatlarını sürdürmeye çalışan Gazzelilerin durumu, dünyaca malum. Kimsenin parmağını kımıldatmadığı da...
Nisbeten rahat olduğunu farzedebileceğiniz Batı Şeria'nın da, Gazze'den pek fazla farkı olmadığını söylemek mümkün.
Hülasa; Filistin'in hemen her tarafında, İsrail işgalindeki kısmında ve işgal altında olmayan Gazze ve Batı Şeria'da yaşanmakta olan insanlıkdışı olaylar, 200'e yakın devletin ve bunlar tarafından oluşturulmuş bir sürü uluslararası kuruluşun, yani dünyanın gözleri önünde devam edip gidiyor.
Her taraf kendisine göre hesap yapsa da, Filistin meselesinin sonunun ne olacağı meçhul.
Dünyanın değişik coğrafyalarından getirilerek, kendilerine BM kanalıyla bir devlet hediye edilmiş olanlar; bir kısmını baskı altında tutup, çoğunu yerlerinden yurtlarından ettikleri insanlara yaşattıkları konusunda, akıl almayacak kadar duyarsızlar.
İsrailliler, İkinci Dünya Savaşı sırasında kendilerine reva görülen hunharca davranışların benzerini, topraklarına el koydukları insanlara karşı uygulama konusunda oldukça fütursuz olsalar da, rahat da değiller.
İsrail sınırları içerisinde olanları; Batı Şeria'da kısmen rahat, Gazze'de akıl almaz sıkıntılarla yüzyüze yaşayanları ve özellikle de on yıllardır vatanlarından ayrı kalanları ile Filistinlilerin, kendilerine ait meselenin geleceği hususunda ne düşündükleri ise çok önemli.
Çünkü Filistinliler o toprakların gerçek sahipleri.
Ve onların arasında; ortak noktası, bunun kesinlikle böyle gitmeyeceği olmak kaydıyla, 'dağdan gelip bağdakini kovanların, bir gün geldikleri gibi gitmeleri gerektiğini' düşüneninden başlayıp; 'iki devlet kurulması ve bunlar arasında barış temin edilmesi gerektiğini' düşünenine kadar, değişik fikir ve görüşler var.
Ama İsrail ve onunla beraber hareket etmek zorunda olduğunu hissedenler çok arzu ediyor olsalar da: 'Lafı mı olur canım, İsrail rahat etsin yeter. Biz, vatanımızda başkaları otururken, sürgünde ömür tüketmeye, mülteci kamplarında çile doldurmaya; kendi topraklarımızda köle gibi yaşamaya, razıyız...' diyebilecek, bir tek Filistinli bile yok...
Geçtiğimiz Cumartesi günü, İHH İnsani Yardım Vakfı, Araştırma ve Kültür Vakfı, İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği, MAZLUMDER, Medeniyet İlim, Kültür, Eğitim ve Dayanışma Derneği ile Mirasımız Derneği tarafından oluşturulan İstanbul Barış Platformu tarafından, Zeytinburnu Sanat ve Kültür Merkezi'nde düzenlenen, 'İsrail Kazdıkça Kanayan Yara' başlıklı uluslararası Mescid-i Aksa Sempozyumu, izleyen hemen herkesin aklına bunları getirmiş olmalı...
Ama sempozyumun ortaya koyduğu bir başka gerçek daha vardı ki, bu belki de çoğumuzun dikkatlerinden kaçan, oldukça önemli bir husustu...
'İsrail kazdıkça kanayan yara' başlığı da, bunu ifade etmek için seçilmişti anlaşılan...
Gazze'de son yaşananlardan sonra, şimdilik fazla hareketlilik yaşanmıyor gibi gözükse de, İsrail, Mescid-i Aksa'nın altını kazmaya devam ediyor...
İsrail kazdıkça da, yaradaki kanama sürüyor...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.