Ne günlerdi o günler!..
Silivri'deki davanın 2. İddianamesinin eklerinde bulunan ilgi çekici konulardan birisi de 'başörtüsü yasağı' ile alakalı.
İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu, 1998 yılında uygulamaya başladıkları başörtüsü yasağı ile ilgili olarak; İl Emniyet Koordinasyon Kurulu'nda yapılan görüşmelerde, zamanın Valisinin 'toplumu germeyelim, hoşgörülü olun' imasında bulunduğunu ama buna direndiklerini vurguladıktan sonra: "O zaman taviz verilseydi, türban ve üniversite konusunda cephe kaybedilirdi" demiş...
O dönemde TSK'nin arkasında olduğunu, dönemin Genelkurmay Başkanının üç defa telefonla aradığını ve resmi kıyafetli üç korgeneralin kendisini ziyarete geldiğini de aktaran Alemdaroğlu, sanki muzaffer çıktığı bir savaştan bahsediyor...
Ne günlerdi o günler...
Önceki dönemle Anayasa aynı, kanunlar, hatta ufak-tefek değişiklikler hariç, yönetmelikler aynı; ama uygulamalar, tuhaf derecede farklı idi...
Yıllardır okudukları okullarını bitirme aşamasına gelmiş olanları da dahil olmak üzere, yüksek öğrenim kuruluşlarında okumakta olan başörtülü kız öğrenciler: "Dur, giremezsin!" hitabına muhatap olmak durumunda kalmışlardı...
"Dur, giremezsin!" hitabının sahipleri ve tabii ki uygulayıcıları okul kapısında bulunan görevlilerdi ve onlar, kendilerine verilen emirleri yerine getirdiklerini söylüyorlardı.
'Kanunsuz emre uymanın suç olduğu' gibisinden sözlerin geçersiz olduğu bir zaman dilimindeydik.
Emri verenler ise okul yönetimleri ve tepe noktada da zamanın YÖK yetkilileri idi.
Emrin dayanağının 'Kılık kıyafetle ilgili kanunlar olduğu' söyleniyordu.
Kılık kıyafetle alakalı olarak, yasakçı uygulamayı haklı kılabilecek herhangi bir kanun yoktu oysa.
Hatta tam aksine, yüksek öğrenim kurumlarında kılık kıyafetin serbest olduğuna dair bir kanun da vardı.
Ama yasağı uygulamayı kafalarına koymuş olanlar, var olan kanunu kaale bile almadıkları gibi, Anayasa'ya göre engellenemeyecek olan 'eğitim öğrenim hakkı'nı çocuklarımızın elinden rahatlıkla alabiliyorlardı.
Anayasa, kanun, yönetmelik gibi bahanelerin yetmediği yerde, Anayasa Mahkemesi karar ve gerekçelerine atıflar yapılıyor, göz korkutmak için de, AİHM kararları hatırlatılıyordu.
Ancak, konu ile alakalı hemen herkesin bildiği gibi, bütün uygulamalar kanunsuzdu ve aslında bu uygulamaları yapanların hemen hepsi, bal gibi suç işliyorlardı...
İşin garibi, Anayasa'ya, kanunlara ve yönetmeliklere aykırı olarak yürütülen bu faaliyetlerin başlatıldığı köklü üniversitemizin Hukuk Fakültesi de vardı ve o fakültede de, uygulanmakta olanların tümünün yanlış olduğu öğretiliyordu....
Okul kapılarında, zaman zaman da polis destekli olarak yürütülen, başörtülü talebeleri okula almama gayretleri, İstanbul'dan başlayıp bütün yurt sathına yayıldı ve bir süre sonra da arzulanan hedefe ulaşıldı...
Arzulanan hedef, başörtülü kız öğrencilere ve ailelerine hayatı zindan etmek değildi sadece...
İmam-Hatip okulların bahane edilerek meslek eğitiminin canına okumak ve böylelikle Anadolu'nun derinliklerinden gelen gençlerin kaliteli okullara girmesinin önüne geçmek de, arzulanan hedefler cümlesindendi anlaşılan. Çünkü o da gerçekleştirildi.
Alemdaroğlu, o günlerde, İl Emniyet Koordinasyon Kurulu'nda: "Başörtülüleri okula almamak istiyorsunuz ama bunlar belli ki sizin talebeleriniz ve hepsinde okulun kimliği var. Kanun değişmediğine göre, onları hangi sebeple okula almayacaksınız?" şeklindeki bir soruyla karşılaşmış mıydı acaba?.. Ve karşılaştıysa, bu soruya nasıl cevap verdi?..
2. İddianamenin ekleri arasında, bu sorunun cevabı da çıkacaktır elbet...
O günlerin karmaşık ortamında başlatılan yasakçı uygulamaların nasıl hala devam edebildiği ise cevap bekleyen en önemli sorulardan birisi...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.