Bilge köyünde vicdanın intiharı
Mardin katliamı, anlamın buharlaştığı bir intihardı. Vicdanın intiharı. Hem de adı Bilge köyü olan bir mevkide...
Töre, terör, intikam, kız meselesi, aile içi kavga, mal-mülk dâvası; adına ne derseniz deyin, sebep ne olursa olsun; genç-yaşlı, kadın-erkek ve henüz ana rahminde olanı yahut mâbette namaza duranı ayırt etmeyen vahşi bir irade, kelimelerin durumu izah etmekte kifayetsiz kaldığı bir uç noktayı, bir kan gölü aynasında yüzümüze tuttu.
O aynada gördüğümüz, anlamlandırmada lâl-u ebkem kaldığımız, maalesef bir türlü yüzleşmek istemediğimiz toplumun çürüyen yanıdır. Şiddetin kâh devlet eliyle, kâh ideolojik örgütler eliyle ve kâh sıradan insan eliyle mel’unca icra edildiği yanı..
Asit kuyuları, halikopterden atılan insanlar, fâili meçhûller, toplu mezarlar ya da şiddet yaratmak amacıyla toprağın altına depolanan bubi tuzakları, mermiler, bombalar, law silahları neyi anlatıyor sanıyorsunuz!..
Toplumun yediden yetmişe her kesimini hedef alan intihar bombacıları neyi anlatıyor?..
Bir köşeye haince yerleştirilmiş ve birazdan oradan geçecek günlük ekmeğinden başka ideolojisi olmayan insanları eritecek bomba, hangi ideolojinin etiketini taşırsa taşısın, neyi simgeliyor?..
Toplumun diplerinde gezinen birbirinden habersiz, belki aynı evi, aynı apartmanı, aynı sokağı paylaştığımız ve lâkin şiddet kültürünü içselleştirmiş sayısız serseri mayından haberdar mıyız?..
Annesini öldüreni mi dersin? Çocuklarını doğruyanı mı dersin? Ortaöğretimde sınıf arkadaşını haraca bağlayan çete üyesi liseliyi mi dersin? Hocasını pusuya düşürüp dövmeyi erkeklik gösterisi sanan öğrenciyi mi dersin? Sevgilisinin başını kesip çöpe atanı mı dersin? Bu câniyi korumak için seferber olan sözde kültürlü elit aileyi mi dersin?
Hangisini?..
Bu bizim çürümüş yanımız...
Bu çürümüşlük; vahşete dönüşüp suratımıza sırıttığında şaşırıyoruz. Bebek yüzlü cânilerin bu maskenin altında böylesi bir canavar ruhu nasıl ve ne zaman büyüttüklerini hafsalamız almıyor. Ama sonuç değişiyor mu? Bir tarafımız çürümüş işte...
Yukarıda saydığımız türden olaylar, toplumun çürüyen tarafının daha büyük fâcialara gebe olduğunun semptomlarıdır.
Profili düşük velâkin uzun süren bir savaş ortamının şekillendirdiği hayata karşı duyarsız ruhlar diyarında meydana gelse de; elhak, “Mardin katliamı”, 44 kurbanıyla nev’i şahsına münhasırdır.
Yine de toplum katmanlarında farklı şekillerde yüzümüze tokat gibi inen şiddet kültürünün bir parçası olarak ele alınmalıdır diyorum.
Kimileri katliamı töre ve gelenek cinneti diye sınıflandırarak mahkum etti. Kimileri devletin kurduğu koruculuk sistemini günah keçisi olarak işaretledi. Kimileri de bölgenin feodal yapısına, eğitim sistemine ve de şiddeti kutsayan dizilere gönderme yaparak fecaatın mantalitesini deşifre etmeye çalıştı.
Belki de bu sayılanların her birinin bir şekilde payı vardır bu suçta. Ama gerçek değişmiyor, çürüyen tarafımız; “Beni görün artık!” diyor.
Bakınız, Pakistan depreminde, Açe tsunamisinde, Gazze olaylarında iyilikten ve adâletten yana şahlanan melek tarafımızı gördük. Gururlandık. “Biz buyuz” dedik..
Ama bir de şeytanın tasallutuna girmiş, çürümekte olan bir yanımız var. Mardin katliamı üzerinden dünya medyası bu yanımıza kameraları tuttuğunda, yüzümüz kızardı. Bununla da utandık. “Biz bu değiliz” desek de, çürümüşlük ortada. Bu çürümeden de başta devlet olmak üzere hepimiz sorumluyuz.
Neden başta devlet diyorum?
Devlet diyorum, zira devlet, modernleşme adına değerler sistemimize savaş açtı, tanımını yapamadığı bir laiklikle din ve ahlâk eğitimini dışladı. İnsanın vahşi taraflarını törpüleyen, ona güzel davranışı bir ibâdet olarak öğütleyen dinî eğitim ve terbiyeyi ne kendisi verdi, ne de verilecek özel kurumların açılmasına sıcak baktı.
Devlet, tâ başından beri ideolojisini korumayı insanı korumaktan daha aziz bildi.
Bir soru: Türkiye neden profesyonel askerliğe geçemiyor? Profesyonel askerlik Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap veremeyeceğinden dolayı mı?
Alakası yok. Askerî kurum, her erkek vatandaşın zaruri askerî hizmete alınarak ideolojik doktrinlerin aşılandığı bir kamp olarak görüldüğündendir. Okullarda yeterince verilmediğini düşündükleri bu kutsal ideolojik terbiye askerde veriliyor, öyle sanılıyor, öyle olması isteniyor.
28 Şubat sürecinde de gördük. İmam Hatip okullarını işlevsiz kılmak için meslek okularını dâhi kurban vermekten çekinmediler.
Eğitim sisteminin ideolojik yapısının doğurduğu sıkıntılar, meydana getirdiği ahlâkî zaaflar mim konması gereken bir nokta. Sivil zeminde toplumu eğitecek, davranışlarını disiplinize edecek, hâl ve hareketlerini rafine edecek ve onlara vicdanlı olmayı telkin edecek cemaatlerin de yeni tehdit algısının içine yerleştirilmiş olması bir diğer mim konması gereken nokta.
Her şeyi devletten bilme kolaycılığına düşmeden her kesim yaşanan çürümeden kendi sorumluluğuna düşeni görmek zorundadır.
Ama, bir organizatör olarak öncelikle de devlet görmek zorundadır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.