“Orta Sağ” ve “Sol”un durumu
Mayıs ayı yakın siyasi tarihimizde, çok önemli olayların cereyan ettiği bir zaman dilimidir...
14 Mayıs 1950, ülkemizde ilk defa gerçek anlamda halk iradesinin iktidarı belirlediği ve çok partili siyasi hayatın başladığı tarihtir. 27 Mayıs 1960 ise tam tersine, milli iradenin belirlediği iktidarın askerî bir darbe ile devrildiği gündür. Ama tuhaf bir şekilde bu güne, 1980’de yapılan diğer bir askerî darbeye kadar; “Anayasa ve Hürriyet Bayramı” özelliği yüklenmiştir...
21 Mayıs 1963’teki başarısız darbe teşebbüsü de ayrı bir hikayedir. 22 Şubat 1962’de benzer bir teşebbüs sonucunda yargılanmadan emekliye sevk edilen Talat Aydemir’in ikinci ve son macerasıdır!.. Bazı emekli subay ve generallerin darbecilik sevdası, ne yazık ki bizim memleketimizde siyasi hayatı oldukça derinden etkilemeyi başarmıştır... Ergenekon meselesine bugün girmeyeceğim. Bu giriş sadece bir hatırlatma yapmak içindi.
Siyasi partiler “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları” olarak Anayasa’nın şemsiyesi altına alınmıştır ama, kimi zaman askerî darbe ile; kimi zaman mahkeme kararı ile, bazen de vatandaşların yüz çevirmesiyle birçok parti tarihin ilgili galerisine gönderilmiştir.
1960’larda İsmet İnönü, “Ortanın solundayız...” diyerek partisinin pozisyonunu belirlemeye çalışmıştı. Onun halefi olan Bülent Ecevit, 1970’lerde “ortanın solu” kavramını yeterince sol bulmamış olacak ki, “Demokratik Sol” diye daha fazla sol olarak algılanan bir kavramı öne çıkarmıştı. Ancak devletçi özelliği sebebiyle CHP’nin, hiçbir zaman dünyadaki solcu partiler gibi halktan yana olamayacağını gördüğünden; istifa edip yeni bir parti kurdu. Adına da Demokratik Sol Parti dedi. Bütün zorluklara rağmen, bu parti ile 1999 seçimlerini birinci sırada tamamlayıp, koalisyon hükümetinin başına geçmeyi de başardı...
İki gün önce işte o DSP‘nin kongresi yapıldı. Peki, kongre sürecine kadar yaşananlar, kongre esnasında cereyan eden gelişmeler vs. dünyadaki benzeri partilerle bir mukayese yapıldığında acaba nasıl yorumlanmalı?! Demek ki, siyasi literatürde yer alan kavramlara yüklenen mana, dünyanın diğer demokratik ülkelerinden bir hayli farklı olmaktadır. Aynı şey “Merkez Sağ” veya Demirel’in ifadesiyle “ORTA SAĞ” için de geçerli. 28 Şubat döneminde bugünün DP’si olan DYP’yi parçalayıp bölmek için bir şemsiye açıp, adına Demokrat Türkiye Partisi (DTP) diyen Hüsamettin Cindoruk, yapılan seçimlerde ancak yüzde yarım oy alabilmişti!..
Son yerel seçimlerde, Cindoruk ve Demirel’in oy kullandıkları sandıkta; DP’ye 0 (sıfır) çıkmış... Ama en azından kendi sandığından partisini birinci olarak çıkarmayı başaran Süleyman Soylu’ya karşı, Cindoruk; Süleyman Demirel’in büyük desteğini de arkasına alarak genel başkanlığa seçilmeyi başardı. Hem de büyük iddia ile... Yani “Merkez”i yeniden inşa etme iddiası. Neticede formel olarak kararı elbette, delegeler vermiş oluyor. Fakat esasa baktığınızda hem DP’de, hem DSP’de, gerçeklerin altında çok başka şeyler yatıyor. Son dört gündeki bu iki kongre, mayıs ayının siyasi hayatımızdaki yerini bir başka noktaya taşımış bulunuyor...