Hâlâ durumun ciddiyetini anlamayanlar var!..
Bunca gelişmeye rağmen, durumun ciddiyet ve vahametini kavrayamayan veyahut kavramak istemeyenler, kendi küçük dünyalarında dönüp dursunlar. Ama bilsinler ki, bu işlerin şakaya gelir yanı yok...
Bakınız, “Komplodur, uydurmadır, sahtedir, hiledir, tuzaktır...” gibi yaftalarla sulandırılmaya çalışılan bütün olayların aslı astarı peş peşe sökün ediyor. İşte Askeri savcılığın iddianamesi ortada: Anakara Zir vadisinde ve Sakarya’da ele geçirilen silah ve patlayıcıların, Kara Kuvvetleri Komutanlığı envanterine ait mühimmat olduğu, keza bunların gömülü olduğu yeri gösteren kroki çiziminin halen sanık durumunda olan Yarbay Mustafa Dönmez’in eli ürünü olduğu bu iddianame ile kayıt altına alınmış durumda. Elbette mahkeme kararı hasıl oluncaya kadar bu iddiadır.
Ama askeri savcılık bunu şüphesiz elde edilen deliller ışığında, “iddianame”ye derc ettiğine ve sanık hakkında da; ordu malını saklamak, çalmak ve izinsiz kışla dışına çıkarmak suçunun isnadıyla, 12 yıl hapis cezası istediğine göre, durumun ciddiyeti ortada. Aynı şekilde, Bedrettin Dalan’ın kontrolündeki İstek Vakfı arazisinde ele geçirilen LAW silahları (pardon mühimmat) da Kara ve Deniz Kuvvetleri Komutanlıklarının envanterinden çıktı.
Mesele yalnızca Yarbay Mustafa Dönmez veya Albay Dursun Çiçek meselesi değil... Hikaye çok derin!
Albay Dursun Çiçek, besbelli görevli olduğu birim itibariyle kimi andıçlar hazırlamak durumunda. Nitekim 2006 yılında da, yine onun tarafından hazırlanan ve bazı sivil toplum kuruluşları ile gazete yazarları hakkında tehlike alarmı çaldıran bir andıç ortaya çıkmıştı. O zaman da böyle gürültü kopmuştu. Lakin bu çalışmanın sadece bir “TASLAK” olduğu ifade edilerek, konu savuşturulmuştu. 2008’in 20 Haziran’ında patlak veren bir başka andıç yahut lahika -”Lahika -1” de, “Komuta katına sunulmuş böyle bir çalışmaya rastlanmadı” açıklamasıyla, unutulmaya terk edilmişti.
Tartışılan belgenin gerçek veya sahte olduğu noktasında sürdürülen tartışmaların büyük bir kısmı beyhude ve konuyu mecraından saptırmaya yönelik. Hiç kimse halkın zekasıyla alay etmeye filan kalkmasın. Bugüne kadar gerçek olduğu tereddütsüz bir şekilde ispat edilen andıçlar için ne yapıldı ki?!
Bu andıçların anası, danası 28 Şubat döneminde tezgahlanmıştı. Hiç kimse de bunların varlığını inkar etmedi, sahte olduğu iddiasında bulunmadı. Son olarak Genelkurmay eski başkanı Yaşar Büyükanıt, malum andıçlarla ne kadar yanlış iş yapıldığını açıkça itiraf etti. Peki yanlışlığı itiraf etmekle iş bitiyor mu? Bunu yapanların sorumluluğu yok mu?
Bırakın andıçları, darbe ve muhtıraların faillerine bile herhangi bir müeyyide uygulanamadı şimdiye kadar... Sebep belli. Lafı hiç dolaştırmaya gerek yok. Darbecileri korumak için anayasaya derc edilen hükümler orada kaldıkça, “askeri yargı düzeni” mevcut haliyle korundukça, hiç kimseye doğru dürüst hesap soramazsınız! Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde, bizdeki gibi çift başlı yargı sistemi yok. Askeri Yargıtay, Askeri Danıştay (Askeri Yüksek İdare Mahkemesi) gibi kurumlar bize mahsus...
Yüz küsur seneden beri, askerin kendi asli göreviyle yetinmeyip siyasete karışması, ülkeyi idare etmeye yeltenmesi, başımıza sayısız felaketler getirdi. Balkan harbi gibi facialar yaşadık. Koskoca bir imparatorluğu kaybettik. Ama asker siyasete müdahale etmekten ve devleti yönetmeye kalkışmaktan hâlâ vazgeçmedi!.. İşin püf noktasını kavramak gerekiyor...