İran’daki gösteriler, Cumhuriyet mitingleri kadar gerçek!
İran seçim sonuçlarına ve akabinde gelişen olaylara, Ortadoğu siyasi denklemini kökten etkileme potansiyeli taşıdığı için lâkayd kalmak mümkün değil. Zaten bu özelliğinden dolayı İran hedef tahtasına oturtulmuş durumda. Yoksa seçimlere hile karıştırılması iddiası, dünyanın umrunda olmazdı.
Mesele seçimlerin nezâheti olsaydı, Mısır’a musallat olmuş Hüsnü Mubarek’e bakarlardı öncelikle. Halkın siyasi isteklerine ters düşen Mubarek’in 30 yıllık iktidarını, nasıl olup da her defasında yüzde 90’ların üstünde bir sonuçla seçimleri kazandığını sorgularlardı.
Şahsen ben, İran seçimlerine hile karıştırılıp karıştırılmadığını söyleyecek durumda değilim. Olsa bile, İran seçim sistemi ve sistem içi güç dengeleri göz önüne alındığında, sonuçları etkileyecek düzeyde olmadığına kâniyim. Çünkü “göreceli iktidar” için yarışan liderler, sistemin kendi kadroları. Onların sistem içindeki güçlü taraftarları, 10 milyonun üzerinde bir oy kaymasına müsaade etmezdi.
Hile olduğu konusunda medyamızda görüş beyan edenlerin ise, somut kanıtlara hâiz olmadıkları malum, sadece görmek istediklerini söylüyorlar, o kadar.
Batı medyası noktayı kubbe yaparak sunma gücüne sâhip. Sokağa dökülen göstericilerin İran halkının genelinin özlemlerini dillendirdiğini söylemek, meselenin ideolojik olduğunu iddia etmek asparagas haberciliğin birer örneği. Küresel medyanın tarafsız haber yapmadığını, ülkelerinin siyasi çizgisini görmezden gelmediğini biliyoruz.
Bizim meşhur Cumhuriyet mitinglerini hatırlayınız. Onbinlerce insan Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için tertiplenen nümayişlere katılmıştı. Daha sonra bu mitinglerin arkasında Ergenekoncu güçlerin olduğu ortaya çıktı. Ama o günlerde hem yerel medyanın iri olan cenahı, hem de küresel medya, bu mitinglere katılan insan sayısını en az bire on abartarak vermişti.
En mânidar olanı da, medyanın; “Türk halkı sokaklarda, dinci bir cumhurbaşkanı istemiyor” terâneleriydi. Mitinglere katılanlar sanki bütün Türkiye halkını temsil ediyormuş gibi sunulmuştu.
O günlerde, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını isteyenler sokağa dökülselerdi, kuşkusuz, Cumhuriyet mitinglerinde toplanan kalabalıkların kat kat fazlasını meydana getirirlerdi. Nitekim yapılan seçimlerde yüzde 47 oy alan AK Parti bu söylediğimizin kanıtıdır. Kaldı ki, o seçimde AK Parti’ye oy vermeyen MHP tabanı gibi diğer parti tabanlarından da önemli bir kesim sayın Gül’ün cumhurbaşkanlığına sıcak bakıyordu.
Ama AK Parti Cumhuriyet mitinglerine karşı kendi tabanını sokağa dökmedi. Çünkü meydana gelebilecek sokak çatışmalarının varacağı noktayı kimse kestiremezdi. Gâyet akıllı bir siyaset izleyerek kendi tabanını kontrol etti. Cumhuriyet mitinglerinin bir toplumsal tabanı olduğu nasıl bir gerçekse, kahir ekseriyetin de karşı cephede yer aldığı en az o kadar gerçektir.
Bu olayı İran’la irtibatlandırdığım için zikrettim. İran’daki seçim sonuçlarını protesto edenlerin siyasi gücünü, rejim karşıtlığını, sayısını, İran halkının Batı’ya endekslenme taleplerini yansıttığını söyleyenlerin varolana ne kadar fazla anlam yüklediğinin altını çizmek istiyorum.
Cumhuriyet mitingleri gibi nokta kubbe yapılıyor işte...
Bunun karşısında Ahmedinejad’ın köylülüğünü, popülist politikalarını, aşırı dinci söylemlerini, anti-semitik sloganlarını, nükleer iştahını gündeme getirip, bu nedenlerden dolayı fazla oy alamayacağını söylüyorlar ki, gerçeklere ancak bu kadar takla attırılır doğrusu.
Ahmedinejad’ı yermek için sıraladıkları bu gibi gerekçeler, “âşırı dinci söylemler”i bir tarafa bırakırsak İran toplumunda oy getirecek hususlardır. İran toplumunun dışarıda sanıldığı kadar dindar olmadığını devrimin 30. yıldönümünü değerlendiren yazılarımda izah etmiştim. Kamusal hayatta uyulması gereken tesettür gibi dinî uygulamalar elbette var, ama katı bir dinî hayat dayatması sözkonusu değil.
Yaşanan, sistemin derinlerinde eskiden beri varolan iktidar çekişmesinin yüzeye çıkması. “Neden şimdi?” sorusu önemli tabiî.
Bence öncelikli sebep, Obama faktörüdür.
Obama’nın İran’a diyalog çağrıları, önceki ABD başkanlarının aksine savaş retoriğini değil barış retoriğini öne çıkarması, vatan müdafaasında ortak düşman “Büyük Şeytan”a karşı birlik ve beraberlik içinde bulunmak zorunda kalmış kadroların iktidar mücadelesini alenileştirmiştir.
Çünkü ortak düşman korkusu, ihtilafları ve kavgaları tehir etmeye yarıyordu. Serde işbirlikçi gözükmek ve düşmanı cesaretlendirmek tehlikesi vardı.
Batı dünyası ve taraftarlarının Musevi’yi destekliyor gözükmeleri ise bir taktikten ibaret. Sistem içi yaşanan iktidar kavgasını körükleyip daha ilerideki aşamalarda sistem karşıtı ayaklanmaları hedefliyorlar. Bunu, Musevi’nin görmüyor olmasını düşünemiyorum.
Bizlerin yapması gereken ise, gelişmeleri, Batı medyasının ve uzantılarının fitlemesine gelmeden İran toplumsal realitesi üzerinden değerlendirmek olmalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.