Halkın iradesi mi, oligarşik bürokrasi mi?
Cumartesi günü üniversitelerde başörtüsü yasağını sona erdirecek Anayasa Değişiklik Teklifi Paketi’nin TBMM’de 411 gibi büyük bir oyla kabul edilmesi ülkemiz için tarihî bir gündü. Tabiî eğer onaylanan bu karar hayata aktarılır da bir kazaya kurban gitmezse..
Bu tarihî özelliğinden olsa gerek; konu sadece ülke gündemini meşgul eden bir mesele değildi. Uluslararası medya da bu gelişmeye bîgâne kalmamış, günler öncesinden konuyu izleyicisinin ve okurunun dikkatine sunmuştu. Türkiye dışındaki birçok ülkede yerel medya organları bile bu gelişme üzerine haberler ve yorumlar yayımladı. Bu da geniş bir kesimin dikkatlerini Türkiye üzerine çekti. Böylece her coğrafyadan, ırktan, kültürden ve dinden insan Türkiye’deki bu yüz kızartıcı uygulamadan bir daha haberdar oldu. Ama özellikle de dünya Müslümanları, artık yasak kalkmıştır diye büyük sevinç duydular.
Teklif’in TBMM’de kabulünden birkaç saniye sonra Singapurlu dostum Dr. Hikmetullah mesaj geçti; başörtüsü yasağının kalkması hususunda halkın iradesinin sonunda Meclis tarafından da onaylanmasını tebrik edip, eğitim hakları ellerinden alınan başörtülü kızların dramlarının bir ân önce bitmesi temennisini iletti.
Sonrasında ise Iraklı Doç. Dr. Leys Câsim aradı, o da aynı duyguları paylaşıyordu. Telefonda uzun bir görüşme yaptık. Ve ardından diğerleri..
Ben onlara olayın henüz kesinleşmediğini, bazı prosedürlerin olduğunu, muhalefet partisi CHP’nin Değişiklik Teklifi Paketi’ni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayından sonra Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğini açıkladığını ve kimi mahkeme üyelerinin ise henüz dava kendilerine getirilmeden ve suç olmasına rağmen aleyhte ihsas-ı reyde bulunduğunu anlattım. Hem de konuyu laiklikle, devrim kanunlarıyla irtibatlandırarak..
Türkiye dışından konuyu merak edenlere bunları anlattığımda ve bundan sonra nelerin yaşanabileceğini izah ettiğimde, ilginç tepkiler almak kaçınılmaz oluyor. “Türkiye’yi, biz, eksikliklerine rağmen, demokrasiyle yönetilen bir ülke bilirdik!” diyenler çıkıyor. “Eğer gelişmeler anlattığın gibi olursa, bunun adı resmen ‘yargı diktatörlüğü olur’, demokrasi değil..” diyerek şaşkınlığını ifade edenler de var. “O zaman parlamentoya ne gerek?!” itiraz cümlesini önüme koyanlara ne anlatabilirsiniz ki?
Elhak bu sözlere denecek bir şey yok. Eğer paket Anayasa Mahkemesi’ne götürülür ve üyeler de yetki alanlarını aşarak TBMM’nin üzerinde bir güç olarak hareket edip millet iradesini hiçe sayarsa, bu yargılar güçlenecektir. Son yıllarda Türkiye, gösterilen büyük gayretler sonucu uluslararası platformlarda nüfuz alanını hatırı sayılır ölçüde genişletti. TBMM’nin iradesinin hiçe sayıldığı bir dayatma, bu gayretleri baltalayacaktır kuşkusuz..
Yasakçı kesimin illegal dayatması gâlip gelirse, asıl büyük kriz ülke içinde yaşanacaktır. Bu da ülkeye, gerek devlet-toplum ve gerekse ekonomik alanlarda iyi bir hatta ilerlerken, büyük bir şok etkisi yaşatacak, hâlihazırdaki oluşmuş sinerji heba edilecektir. ülkenin sosyal dokusu, ekonomisi, eğitim sistemi ve her şeyden önce de adâlet ve eşitlik algısı bundan olumsuz etkilenecektir.
Atanmışların, seçilmişlerin üzerinde olduğu “oligarşik bürokrasi”yle yönetildiğimiz tartışmasız hâle gelecektir. Oligarşik bürokrasinin suç olmasına rağmen TBMM’nin rolünü çaldığını, bu sakat durumun tashihi gerçekleşmeden de halk iktidarının mümkün olmayacağı bir kez daha teyit edilmiş olacaktır.
çYDD Başkanı Türkan Saylan'in dediği, "Biz asılız. Bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye'de olması mümkün değildir." sözü, koca ülkenin millî iradeye düşman bir gürûh tarafından nasıl teslim alınmak istendiğinin resmî ilanı gibidir.
Buna izin verilirse, eğer son yıllarda millî irade adına kazanılmış birçok mevzi “oligarşik bürokrasi”ye yeniden kaybedilmiş olacaktır. Güçlerin medyası da bu azınlığın iktidar mücadelesini verdiğini artık saklama gereği bile duymuyor, değil mi? Bu sebeple 28 Şubat sürecinde yaptığı asparagas haberlerin benzerlerini yapıyor, özellikle de manşetlerinde provokatörlüğün faşizan retoriğine sığınıyor.
Hâlbuki halkın ülke yönetiminde Meclis'in en yüksek merci olduğu inancı korunmalıdır. Ancak o zaman geniş halk kesimlerinin ülkenin geleceği için umut beslemesi mümkün olacak ve elini müreffeh bir toplum inşasında taşın altına sokacaktır.
Elbette "başörtüsü yasağının kısmî olarak kalkması" her şey demek değil. Ama uzun yıllardır hakları gaspedilen toplumun önemli bir kesiminin, bir nebze de olsa hakkı iade edilecektir. Bu da devlet-toplum ilişkisinde normalleşme sürecine girdiğimizin yeni ama güçlü bir sinyali olacak, başörtüsünü oligarşik sistemlerine bir sütre olarak kullanan, kökleri derinlerde güç merkezlerinin manevra alanını daralacaktır. Bu yönüyle tarihî bir adımdır.
Hem Doğu, hem Batı; Türkiye’nin bir iç meselesi olan “başörtüsü yasağının kalkması”na, bu sembolik anlam nedeniyle ilgi duymaktadır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.