Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Bir avuççuk 'şerûr'ları yine 'kan tuttu' diye, teslim mi olunacak?

Bir avuççuk 'şerûr'ları yine 'kan tuttu' diye, teslim mi olunacak?

1994 Baharı’nda, Türkiye’de mahallî seçimlerin, İslâmî eğilimli cenahca kazanılacağı ihtimali gündeme ciddî olarak geldiğinde; tıpkı 1992 başında Cezayir’de, Abbâs Medenî liderliğindeki ‘İslâmî Selamet Cebhesi’nin seçimleri, yüzde 85 halk desteğiyle kazanması üzerine, başka yerlerdeki laik generallerin benzerlerinin, ‘seçimleri geçersiz’ sayıp, korkunç bir kanlı dönemi başlatmalarında olduğu gibi bir durumun ortaya çıkabileceği ve ‘iktidarın Türkiye’de de seçimi kazananlara verilmeyeceği ve kansız bir geçişin olmayacağı’ iddialarının yapıldığı günlerde.. Erbakan, ‘Kanlı mı olur, kansız mı.. Buna siz karar vereceksiniz..’ diye, topu, ‘mütegallibe zümresi’ne atınca, yer yerinden oynamıştı, âdetâ..
Nasıl olurdu da, ‘Kanlı mı olur, kansız mı?’ diye sorulabilirdi.
Halbuki, kanla tehdid eden Erbakan değildi. O sadece, kandan bahsedenlere, ‘Tercih size aid..’ diyordu.. ‘Aman, mâdem ki, kandan bahsediyorsunuz, biz başımızı eğmeye hazırız, yeter ki, siz başımızdan eksik olmayın!’ mı desindi, yani.. ‘Sen nasıl kandan bahsedersin?’ diyenler, gerçekte, kandan bahsetmenin, korkutma ve tehdidde bulunmanın ve bunu gerektiğinde uygulamaya koymanın sadece kendilerine aid bir ‘devrimci hışım hakkı’ olduğu mesajını vermek istiyorlardı, topluma.. Nitekim, o dönemlerin Başbakan Yard. Murad Karayalçın, ‘laiklik için gerekirse, her şeyi yakıp yıkarız..’ diyordu.. Ve halkımız ise, ‘çocuğuna zarar gelmemesi için, ana olmadığını söyleyen gerçek ana’nın müthiş feragat örneğinde olduğu gibi, ‘Aman, ülkeye bir zarar gelmesin..’ diye, her şeyi sîneye çekmiş gözüktükçe, karşı taraf bunu korku ve geri çekilme olarak anlıyordu.
Evvelki gün de, Akşam’dan S. Akinan’ın, ‘Bundan sonra bu tabloyu kan temizler..’ mânasında sözler söylemesi ve ‘Bunu ben söylemiyorum, tarih söylüyor..’ diye tarihe atıfta bulunması, yani dârağaçlarından, kelle koparmalardan meded uman bir zihniyetin hortlamasına davet çıkarmak eğilimini yansıtması, ilginçti.. Geçen hafta da, ‘laik/kemalist’ bir derneğin (çYDD’nin başkanı) ve geçen Bahar’daki laik mitinglerin perde önündeki tertibçilerinden olan Prof. Türkan Saylan da, Tayyîb Erdoğan’a, Menderes’in âkıbetini hatırlatmıyor muydu; tıpkı, (Anayasa Mahk. eski Başk.) Yektâ Güngör özden’in yönlendirdiği bilinen bir ‘solcu/laik/kemalist’ derginin, Erdoğan ve Menderes’in resimlerini yan yana basıp, büyük manşetlerle verdiği, ‘Gelişi gibi, gidişi de Menderes gibi olacak!’ diye yazışında olduğu gibi.. Kezâ, Prof. M. Soysal’ın iki hafta öncelerde, ‘laikliği korumak için herkesi ayaklanmaya’ çağırırken, askerlere de, ‘silahın caydırıcılığını unutturmamaları’ konusunda yaptığı ‘hemoglobin’li uyarı da şirretliğin boyutunu göstermiyor muydu?
‘Taife-i Laicus’un şirretliklerinin kolayca son bulmayacağı anlaşılıyor..
Nitekim, Baykal’ın, ‘Anayasayı değiştirmeye kalkışan, idâmı göze almalıdır..’ şeklindeki tehdidlerinden güç alan laik medya, ülkeyi kaosta göstermeye, asıl büyük kitlenin biraz rahat nefes almasından duydukları korkuyla, kamuoyunu günlerdir daha bir sindirmeye çalışıyor..
‘Mütegallibe zümresi’, milletin en kutsalına bile dokunabilir, ama, onların süngüucu zorlamasıyla kabul ettirilmiş anayasalarına dokunulamaz!.
‘Ebedî’ ve ‘Millî’ diye nitelenen ‘Şef’lerin tam bir istibdadı altında geçen ilk 27 yıl hiç uygulanmayan ve 1950’den 60’a kadar uygulanan ve amma, o da bir askerî darbeyle bertaraf edilen ‘1924 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) hariç, bütün anayasalar askerî darbelerle, dârağaçları gölgesinde hazırlanıp millete süngüucu zorlamalarıyla kabul ettirilmemiş miydi?
O ihtilal hecmeleri içinden bugünlere gelen ‘kemalist/ laik’ zümreleri yine ‘kan tutmuş’tu!
Ve bunun için, Tayyîb Erdoğan’a ‘idâm edilebileceği’ tehdidlerinde bulunmaktan meded umuyorlardı.. Ve bu yolda, Baykal, tıpkı, ‘367 şartını geçersiz sayarsanız, ülke iç savaşa sürüklenebilir..’ diyerek Anayasa Mahkemesi’ni etkisi altına aldığı günlerdeki gibi, yine öncü.. Milletten yediği şamarı hâlâ unutamamıştı ki, hâlâ milletin büyük ekseriyetiyle uğraşmayı kendisine temel iş edinmiş gözüküyor..
Ama, artık bu gibi tehdidlere millet boyun eğmeyeceğini gösterdiği gibi, Tayyîb Bey de, bu gibi tehdidlere pabuç bırakmayacağını gösteriyor.. Nitekim, dünkü konuşmasında, Tayyîb Bey, ‘İstanbul Belediye Başkanlığı’na geldiğimde de aynı teraneler vardı, kime bir yaşayış tarzı dayattık? Bugün de ülkenin çok büyük bir kısmının belediyeleri AK Parti’nin elinde.. Kime baskı yapılıyor? Ancaak, hürriyeti sadece kendileri için isteyen ve büyük çoğunluğun özgürlük hakkı sözkonusu olunca, umacılarla ortalığı velveleye vermeye kalkışan bir güruh var.’ diyordu, özetle.. Ve, Baykal’ın kendisine ‘idâm sehpası’nı göstermesine de, ‘Biz bu yola çıkarken, beyaz çarşaflarla yola çıktık, biz bu konuda bedel ödemeye hazırız ve rahatız.’ diye net bir karşılık veriyordu; milletin emanetine sahib çıkmak kararlılığı içinde..
Geçmişteki siyasetçilerde görülen korku, Tayyîb Bey’de pek görülmüyor. O da, Turgut özal gibi, ‘tedbirleri alırız, ama, vehimlere teslim olmayız; ölüm gelirse, hoşgeldi/safalar getirdi..’ mantığıyla yaklaştığını gösteriyor, konuya.. Olması gereken de, en azından, bu..
Ama, rahat olmak ne kelime, bir de derinden rahatsız olanlar vardı..
40 yıldır meydanlarda Kur’an öperek milletten oy almakla meşhur Süleyman Demirel ve onun Kıbrıs’taki uzantısı Raûf Denktaş ise, ‘örtünme yasağının kaldırılması’ndan dolayı, derin ızdırablar içinde olduklarını dile getiriyorlardı.. 28 Şubat zorbalık günlerinin ele-avuca sığmaz generallerinden Doğu Silahçıoğlu ise, dün Cum. gazetesinde yazdığı yazıda, Deniz Baykal’lığa özenmiş, ‘laik fetvâ’lar sâdır eyliyor ve ‘Atatürk Türkiyesi’nde Kur’an hükümleri değil, yalnızca ‘yasa’lar egemendir!’ dedikten sonra; bu kez de, Meclis’in yasa çıkarmasının üzerine kendi tahakkümcü, ‘diktatörlük şalı’nı atmaya kalkışıyor ve daha sonra da, ‘İslâm’da ictihad yolunun olduğu’ndan da sözederek, İslâmî hükümlere, işine gelecek ve zorbalığına göre, ‘ictihad olunması’nı salık veriyor ve sonra da süngülerini çekiyor; ‘Ortaçağ karanlığı aklımızın süngüleriyle ortadan kaldırılacaktır!’ diyordu.. Dünkü Radikal ise başlığında, yasakçılığını, ‘serbestse herkese serbest, yasaksa herkese yasak..’ diye gösteriyor ve gerçekte ise, ‘Herkese serbest olmadığına göre, herkese yasak olmalı’ diye, kurnaz bir yasakçılık sergiliyordu, D. Baykal taifesinin mantığınca...
Onlar da Meclis’te, yürekleri yanarcasına, ‘üniversitelerden mezun olan binlerce örtülü hanımı kamu hizmetinden nasıl alıkoyacaksınız?’ diye sorarken, güyâ makûl idiler.. Ama, ‘yüreğiniz onlar için yanıyorsa, onlar hakkında da siz bir önerge verin; biz destekleyelim, onun şerefi size aid olsun..’ denildiğinde, şapşallaşıyorlardı..
Zorbalar ve entrikacılar ve bir avuç diktacı, despot azlığın milletimize dayatmaları karşısında yine aşağıdan almanın bizi bir 80 yıl daha geriye götüreceği unutulmamalıdır.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi