“Diyalog” ya da “tuzak” tartışması
Sık muhatap olduğum sorulardan birisi de; “Dinler arası diyalog” meselesine (Farklı din müntesipleri arasında diyalog dense daha doğru bir tanım olur) nasıl baktığım sorusudur.
Soruyu soran kişi, sizi, “diyalogçu” ya da “diyalog karşıtı” bir sınıflamaya tabi tutmak niyetiyle hamle yapmıştır büyük olasılıkla.
Tabiî, kılıçların çekildiği, safların ayrıştığı bir meselede analiz yapmak, farklı perspektifler sunmak kolay olmasa gerek.
Bu keşmekeşte meseleyi objektif olarak anlamak isteyenler de yok değil. “Doğu Türkistan”a dair yazdığım son yazımda dillendirdiğim bir tesbiti, diyalog meselesiyle irtibatlandıran okurlar çıktı.
Şöyle demiştim: “Müslümanlar dünyanın büyük güçleriyle; ABD, AB, Rusya, Hindistan ve Çin’le aynı anda çatışma içine sokuluyor. Dilleri, kültürleri ve dinleri farklı dünya halkları anti İslâm çizgisinde bir hizaya çekiliyor.”
Meselâ, muhasebe öğrencisi Mustafa Çaman, bu tesbitimi diyalogla irtibatlandırarak şunları yazmış:
“Dinler arası diyalog bu sürece dahil midir? Yani diyalog adı altında bazı değerlerimiz asimile mi edilmektedir. Veya bu süreç anti İslâm kampanyasını engellemek için mi gündeme gelmiştir?
Ve son olarak anti İslâm kampanyası çerçevesinde yapılan bu girişimlere karşı bizlerin takınması gereken tavır ne yönde olmalıdır?”
Öncelikle şunu ifade edeyim: Dinler arası diyalog tartışmalarında taraflar birbirinin delillerine ve yapmakta olduklarına bakmaktan çok kendi argümanlarına yoğunlaşmaktalar. İzah ettik anlamıyorlar havasındalar. Anlamaktan ziyade tanımlamayı, süreci gözlemekten çok niyet okumayı tercih ediyorlar. Bunun dışında kalan az sayıdaki kanaat önderinin de sesi çok fazla duyulmuyor.
Tarihsel olarak “diyalog çalışmaları” Vatikan merkezli Müslüman dünyadan işbirlikçi bulma amacıyla başlatılmış olabilir. Hâlâ bu niyeti taşıyanlar da vardır. Bunu bilmek bir yere kadar önemlidir.
Ama asıl mesele, karşı taraftan diyalog çalışmaları yürütenlerin gizli niyetleri değildir. Asıl mesele; sürecin nasıl yürütüldüğü, sonuçlarının Müslüman dünyanın yararına mı zararına mı olduğu, ilan edilen hedefe hizmet edip etmediğidir.
Dinler arası diyalog çalışmalarının bugün vardığı aşama; evvelemirde Müslüman dünya ile Batı dünyasını yakınlaştırmayı, birbirlerini daha iyi anlamasını sağlamayı ve ötekinin ibadet ve yaşam hakkına saygı duymayı hedeflemektedir.
Diyalog arayışlarını kimi siyasetçilerin manipüle etmek arzuları taşıdıklarını tahmin etmek zor değil. Siyasetin işleyiş tarzı bu. Burdan yola çıkarak komplo teorileri üretmemek gerek.
Süreç bir din mühendisliği projesine dönüşebilir mi?
Hâlihazırdaki konjonktür itibarıyla söylemek gerekirse, kolay değil. İnancında samimi hiçbir din müntesibi, Müslüman olsun Hıristiyan olsun, buna izin vermez.
Bakınız, Roma Katolik Kilisesi lideri Papa 16. Benediktus, İtalya’nın eski Senato Başkanı Marcello Pera’nın “Perche Dobbiamo Dirci Cristiani” (Hıristiyan Olduğumuzu Neden Söylemeliyiz) başlıklı geçen yıl yayımlanan kitabıyla ilgili yazdığı mektupta; dinler arası diyaloğun “Kişinin kendi inancını parantez içine alması” anlamına gelebileceğini savunmuş, “Dar anlamda dinler arası diyalog mümkün değildir” görüşünü açıkça söyleyerek diyalog çalışmalarının negatif sonuçları hususunda rezervlerini beyan etmişti.
Bir Müslümanın bu tarz bir hassasiyeti taşıması evlâ olanıdır. Hassas olmak ise, Müslümanların içe kapanmasına neden olmamalı. Zira İslâm’ın temel karakteridir evrensel olması.
Müslümanların gayrimüslim dünya ile irtibata geçtiğinde, küresel güç dengelerinin ve kendi gücünün sınırlarının da farkında olması, ilkesel tavırlar geliştirmesi ve diğerlerini ilkesel tavırlara ilzam etmesi gerekir.
Müslüman kamuoyunun diyalog eksenli yaşadığı gerilim, “Dini ve Müslümanları korumak” adına yaşanıyor. Ama gelin görün ki; Müslümanlar bu gerilimle kendi kendilerine tuzak kuruyorlar.
Nasıl mı?
Şöyle ki, diyalog çalışmaları, İslâm dışı kültür ve medeniyetler arası köprüler inşa etmeyi hedeflerken medeniyet içi sâbit köprüleri de dinamitleyebilmektedir.
“Diyalog bir tuzaktır” kanaatiyle diyalog taraftarlarını hedef seçenler, içten içe bir bölünmeyi beslemekteler.
“Barış ve huzur içinde ötekisiyle birlikte yaşayabilmenin yollarını aramalıyız” diyenler ise, yanıbaşında duranla birlikte yaşamanın yollarını aramamakta, böylece onlar da bölünmeye katkıda bulunmaktadırlar.
Asıl tehlike de, kendi kendimize kurduğumuz tuzak da budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.