Birer gün arayla iki dost aradı

Birer gün arayla iki dost aradı

12 şubat Salı günü Muhterem Adnan Oktar Hoca Efendinin yakın arkadaşlarından Altuğ Berker kardeşim, beni telefonla aradı. “Emin Ağabey bugün sizi birkaç defa cep telefonundan aramış. Fakat ulaşamamış.”diyordu.
Emin Ağabey dediği Sayın Emin çölaşan’dı. çok şükür biz, samimiyetsizler, münafıklar, iki yüzlüler ve sahtekârların dışında bütün dürüst insanları severiz. Sevmediklerimizden hiç bahsetmeyiz. Sevdiklerimizi de anmadan duramayız.
Dost Kara Günde Belli olur demezler mi? Dostlarımız bir sıkıntıya düştükleri zaman, onlar aldırmasalar da bizim uykularımız kaçar.
Emin çölaşan kardeşimin uğradığı haksızlık, beni çok üzdü. Bir insan çeyrek asır birlikte çalıştığı bir insanı, nasıl olur da 1 günde harcayabilir? Sayın çölaşan’ın 23 yıl yazı yazdığı Hürriyet’ten kovulması, bana Paracı Patronların menfaatleri sarsıldığı anda, her şeyi yapabilecekleri gerçeğini öğretmiş oldu. Hayat öyle bir mektep ki, ömür boyu yeni şeyler öğrenirsiniz. Bizimki de öyle oldu.
Malum, ben tam 10 sene 3 gün, günü gününe hapishanede yattım. Haksızlığa aslâ tahammülü olmayan, ama arkadaşları tarafından çok sevilen bir mahkûmdum.
Mahkûmiyetimin son günlerinde, İmralı’da yatıyordum. Yani 1960’lı yıllarda Menderes’lerin asıldığı, bu gün de 30 bin kişinin katili olan Abdullah öcalan’ın Saltanat sürdüğü ünlü İmralı Adası’nda…
Mahkûmiyetimin sonuna gelmiştim. Ankara’dan tahliye emrinin gelmesini bekliyordum.
Tahliyemden 2 gün önce, beklediğim haber geldi. İki gün sonra, tahliye edileceğimi öğrendim. Henüz 18 yaşıma girmişken, Hapishaneye düşmüştüm. 28 yaşıma girer girmez de çıkacaktım. İmralı’ya haftada 1 gün vapur uğrardı. O da Perşembe günleri Mudanya’ya giden vapurdu. Dönüşte İmralı’ya her türlü evrakı o getirirdi.
Tahliye evrakımın geldiğini, İstanbul Savcılığı telsizle İmralı’ya bildirmişti. Evrakım 2 gün sonra gelecekti.
O iki gün benim için düğün bayram olmalıydı. Garip şey. Tam tersine, çıkacağım diye üzülüyordum. Arkadaşlarımın göremeyecekleri kuytu yerlerde, gizli gizli ağlıyordum.
Mahkûmların dertleri benim derdimdi. O zavallı insanlar sahipsiz kalacaklar diye üzülüyordum. Cezaevi hayatım boyunca, 9 isyana elebaşlık yapmıştım. Kimsenin burnu kanamamıştı. Her isyanda da hayırlı sonuçlar almıştık.
Baktım ki üzüntüm sadece arkadaşlardan ayrılacağım için değilmiş.
Hapishanelerin kasvetli ağır havasına, her an patlamaya hazır sinir küpü insanlarına, isli duvarlarına, paslı kapılarına, aşınmış taşlarına volta vurduğumuz yerlerine, boynu bükük tek tük kel ağaçlarına, yosun tutmuş çatılarına, gacırtılarından uyuyamadığımız ranzalarına, arada bir üzerimizden uçarak bizi selâmlar gibi geçip giden kuşlarına, sıvaları dökülmüş duvarlarına, taşına, toprağına alışmışım. Daha çok bunlar için üzülüyormuşum. Bu Patron denen kişiler, nasıl mahluklar ki, yıllarca kendilerine hizmet veren insanlara bile alışamıyorlar. Sanki göğüslerinde yürek değil de taş taşıyorlar. Meleklerden üstün yaratılmış olduğu halde, Belhum Adal durumuna düşebilen İnsan bu işte… Rabbim bizi öylelerinden etmesin!
Hapishaneden çıktığım gün neşeli görünmeye çalıştım. İstisnasız bütün arkadaşlarım ağlıyordu. Kartel Patronunun hışmına uğrayan Emin çölaşan kardeşimin ardında, hiç ağlayan olmamış. Beni asıl kahreden bu oldu.
Hürriyet’te sevip saydığım başka yazarlar da vardı. çölaşan’ın gidişine seyirci kalmaları, en ufak bir üzüntü duymamaları, beni insanlığımdan utandırıyordu. Onları gönlümden silip attım.
Hürriyet yazarlarından biri hakkında VAKİT Gazetemizde dostça yazılarım çıkıyordu. çölaşan’a yapılan haksızlıktan sonra o yazılar çıkmamalıydı VAKİT Gazetemizin en ağır yükünü taşıyanlardan biri olan, A. İhsan Karahasanoğlu kardeşimi aradım. O yazıları lütfen durdurmasını istedim.
çölaşan, bana teşekkür ediyordu. Buna ne gerek vardı. Dostlarımızın acısı, bizim acımız demekti.
Selâm, Sevgi, Saygı ve Dualarımla,…


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi