Bir algı sorunu olarak “Ortadoğu açılımı”
Türkiye dış politikada önemli bir fırsat yakalayarak açılım yapıyor. Ne var ki, bu açılımın Türkiye'nin kendi iradesiyle gerçekleştiğini söylemek zor. Enerji hatlarından, ABD'nin Ortadoğuyla girdiği yeni ilişki biçimine kadar siyasi ve ekonomik alanda pek çok gerekçe Türkiye'yi adeta zorlasa da diğer tarafta Balkanlardan Ortadoğuya kurulan ilişkiler Türkiye'nin bir anlamda bölgesinde normalleşmesi anlamına geldiğini belirtmekte yarar var.
Birinci Dünya savaşı sonrası tasfiye edilen Osmanlıdan sonra kurulan yeni devlet o dönemin uluslar arası güç dengeleri içinde kendine bir yer bulmuştu. Uluslararası sistem Türkiye'yi 'Batıya icbar ederek', Osmanlı mirasına sahiplenmesi anlamında her türlü uluslararası ilişki kurmasını men etmişti. Bağımsızlığın bedeli olarak adeta bölgede izole edildi. Artık Osmanlının yıkıntıları üzerine medeniyet ekseni batıya yönelmiş daha doğrusu batıya icbar edilmiş bir siyasi varlık olarak tanınmıştı.
Türkiye'yi Batıya icbar eden uluslararası sistem sanki Ortadoğuya yönlediriyor. Buradan Türkiye'nin yakın coğrafyasıyla ilişkiye girmesinin mutlak anlamada olumsuzlayıcı bir anlam çıkarılmaması gerektiğini belirtmek yersiz. Ancak, bu alanın açılmasına izin veren dünya sisteminin stratejik yönelimlerini kavramdan bu açılımı sağlıklı biçimde anlamlandırmak, taşları yerli yerine oturmak mümkün olmayacak.
Batılı siyasetçilerin ve özellikle medyanı kullanmaktan pek hoşlandığı “İslamcı iktidar” eliyle yürütülen bu politikanın 'İslamcılık hanesi'ne yazılmak istenmesi ve buna herkesten önce (eski) İslamcıların ikna olması hatta coşkuyla alkışlamaları üzerinde durulması gereken önemli bir kafa karışıklığı olarak karşımızda. Bir tür 'Türk/iye milliyetçiliği'ne evrilen “Osmanlı ruhu”ndan söz ediyoruz…
Osmanlı torunları olarak laik Türkiye'nin Ortadoğuya açılması arasındaki çelişki üzerinde durulması gereken bir konu. Bu kafa karışıklar listesine, Türkiye'nin Osmanlı mirasını sahiplenerek bölgeye geri dönüşü olarak alkışlayan Arap dünyasından muhafazakar ve hatta İslamcı çevreler de dahil edilebilir.
Doğal olarak İslamcılığın en önemli alameti farikası “İslam birliği” idealine gönderme yapan, bu çağrışımdan yararlanan romantizm söz konusu. Buradan hareketle ulusal sınırlarla bir birinden kopmuş Ortadoğudaki bir yakınlaşmanın otomatik olarak İslamcılık hanesine yazılması durumuyla karşı karşıyayız…
Her şeyden önce Türkiye ile “Osmanlı mirası” arasında devamlılık ilişkisi kurarak imparatorluk düşüne yatanların, imparatorluk ile ulusdevlet farkını, Osmanlı ideali ile seküler Türkiye dünya görüşü arasındaki derin uçurumu yok saydıklarını hatırlatmak gerekir. Türk dış politikasında alışılmış çizginin dışına çıkan yeni gelişmelerin doğrudan Osmanlı ile irtibatlandırılması her şeyden önce anakronizmdir. Kimi analistlerin romantik dille manipüle ettiği bu anakronizm aslında gerçek olanla algı arasında aşılması güç duvar örmektedir.
Gerçeklikten kopuk idealleştirmeler en fazla romantizme götürebilir. Bu tür 'algı yanılsamaları'nın kimi politikaları meşruiyet kazandırmak için kullanışlı bir toplum mühendisliğine dönüştürülmesinin yirminci yüzyılda bol örneklerine rastlarız. Ayrıca uluslararası güç dengeleri, özellikle Amerika Türkiye arasında oluşan yeni stratejik ittifakının yol verdiği Ortadoğu macerasının muhtemel risklerini bir kenara koyan romantizm ancak bazı acı gerçeklerin üzerini örtmeye yarar. Yoksa Ortadoğudaki Müslüman halkların birbiriyle daha yakın temasa geçmesi, işbirliği yapmasına kimse itiraz edemez. Sorun, bu ilişkinin önünü açan uluslararası gücün amacı ile laik bir ülke olarak Türkiye'nin yönelimlerinden İslamcılık hanesine pay çıkarılmasıdır.
Türkiye'nin Şii kuşağa karşı Arap dünyasında Sünni blok oluşturma misyonuna dönüşen ilişkileri bile görmezden gelerek İslamcılık adına alkış tutmanın anlamı, İslamcılar eliyle İslamcılıkla dalga geçilmesidir. ABD'li stratejisyenlerin bize imparatorluk hayalleri pompalaması ya da Bayan Clinton'un dünya devleri arasında bizi de göstermesinin arkaplanında küresel hegomanya için muhtemel müttefiklerine işaret ettiğini görmemek bunca tarihi tecrübeyi yok saymaktır. Hem İslamcılık tecrübesi hem bu ülkenin siyasi geçmişi, birikimi bunu anlamamız için yeterli olsa gerek.
Sorun pratik şartları nasıl değerlendireceğimizden çok bunu nasıl algılandığı ile ilgili.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.