Zihinlerdeki mayınlar temizlenmeden hududlardaki mayınlar temizlenemez(1
Asrımızda İslâm topraklarında totaliter siyaset anlayışını esas alan zinde güçlerin, “meşrûiyet” krizine tutulduğunu gizlemenin bir anlamı yoktur. Genelde İslâm coğrafyasında, özelde ülkemizde çok güzel gelişmeler var. Artık “emretmeye alışmış kartondan aslanların devri” kapanıyor. İdeolojik bey’atin insalığa çıkardığı talihsiz faturalardan birisi olan demokrasi, derde derman olmuyor. Çünkü demokrasi, karanlık mağara adamının oyuncak putudur. Belki de tek faydası insanları oyalamasıdır.
Müslüman halkları birbirlerinden ayırmak, habersiz kılmak için hududlara döşenmiş olan mayınlar, zihinlerdeki mayınların tezahürleridir. Zihinlerinde mayın taşıyanlardan hududlardaki mayınların temizlenmesi beklenemez. Şunu bilelim ki; her zihniyetin değişmez sabiteleri, temel referansları vardır. Modernizmde aklın, sekülerliğin ve insanın; İslâm’da vahyin, tevhidin temel sabiteler olması gibi. Her zihniyet, değişmezlerini, zihniyetinin temeli, ana belirleyicisi olarak görür. Bu sabiteler zihniyetlerin kumanda merkezini oluştururlar. Bir zihniyetin sabitesini oluşturan öğelerden birisinin değişmesi demek o zihniyetin değişmesi veya bozulması demektir. Çağımızın hâkim zihniyetinin kumanda merkezinde rasyonellik yer almaktadır. Günümüz sosyal bilimcilerin çoğunluğu, özellikle sosyologlar ve entelektüeller, zihniyeti "akılcı" ve "akıl dışı" olmak üzere ikiye ayırmaktadırlar. Bu iki eğilimden akılcılık, kendini genelde dünyevilikte özelde siyaset ve ekonomide gösterir; akıl dışılık ise dinde gösterir. Bunlar; günümüzde dini (irrasyonel) ve dünyevi (rasyonel) zihniyetin paylaşıldığı bir yaşama biçiminden söz etmektedirler. Bu zihniyete göre akılla din, dünya ile din ortak bir zihniyet oluşturamazlar. Bugün dünya çoğunluğunun sahip olduğu bu zihniyetin kaynağı, batı kültürü, özellikle aydınlanma çağı düşünürlerinin, filozoflarının düşünceleridir. Bu aydınlara göre adı ne olursa olsun bütün dinler (Hıristiyanlık’tan hareketle) akıl dışıdır; dünyayı zindana çevirmektedirler, dolayısıyla özgür olmak için ondan uzak durulmalıdır. Bugün dünyaya hâkim olan zihniyet bu düşüncenin şekillendirdiği zihniyettir. Bir zihniyetin kendisi kabul edilmeden ona ait temel bir değerin veya onu oluşturan bir öğenin benimsenmesi; ya o değerin veya öğenin gerçek anlamını yitirmesi demek olur ya da zihniyet değişikliği ve dönüşümü süreci başlamış olur. Hiçbir görüş ve düşünce kaynaklandığı veya şekillendiği zihniyetten ayrı düşünülemez. Zihniyetler, düşünceye şekil ve anlam veren kalıplardır. Örneğin laiklik öğesi ait olduğu zihniyetin dışında pratiğini bulamaz. Kendini gerçekleştirecek ortamı bulamayacağı gibi gerçek etkisini de gösteremez. O kendini var eden bütünün bir parçasıdır. Parça bütünden koparıldığı zaman özelliğini kaybeder. Zira her parça ait olduğu bütünle birlikte olduğunda fonksiyon sahibi olur. Laikliği benimsemek ancak onun ait olduğu zihniyeti kabullenmekle olur. Yoksa benimsenen şey laiklik olmaz. Nasıl ki her iklimin bir bitki örtüsü varsa ve bitki örtüsü için iklim neyse düşünce ve görüş için de zihniyet odur. Zihniyet yapı olarak salt bilgi aktarımıyla değişmeye yatkın değildir. Aksine güçlü bir statükocu yapıya sahiptir. Kolay kolay değişmez. Değişim ve dönüşümlerin çok uzun süreçlere bağlı olarak gerçekleşmesi bunun en iyi göstergesidir. Bir zihniyetin toplumsallaşması, diğer bir ifade ile toplumun ortak bir zihniyete kavuşması, fertlerdeki tek tek değişikliğin gerçekleşmesi ile olabilmektedir. Ve bu nasıl uzun bir süreç gerektiriyorsa yerleşik zihniyeti değiştirmek de aynı sürecin tersten işleyişiyle mümkündür. Kimi zihniyet değişikliklerinin yüzyıllar sürdüğü bilinmektedir. Avrupa aydınlanması örneğindeki gibi... Bu bakımdan yerleşik zihniyetin yapı değişikliğinin özünde taşıdığı bu güçlük hâkim düşüncenin işini kolaylaştıran bir unsurdur.
Her zihniyet gelişmelere göre kendini değiştirme refleksine sahip olmalıdır. Bunu başaramayan; gelişme ve yeniliğe öncülük edemeyen zihniyetin toplumsal gücünü koruması, hatta varlığını sürdürebilmesi dahi çok güçleşir. Varlık ve etki alanı giderek daralacağından tarihle birlikte o da tarih olur. Temel niteliği itibariyle değiştirilemez, dokunulamaz sabiteleri olmasına karşın İslâm, yapısı gereği ilerlemeye ve yeniliğe, değişim ve dönüşüme açık bir zihniyet öngörür. Bu sahip olduğu sabitelerinin ve değiştirilemezlerinin bir gereği olarak böyledir. Temel ölçüt, değişim ve yeniliklere kapalı olmak değil; bu değişim ve yeniliğin sabitelere uygun olup olmamasıdır. Gelişmelere açık olmak, değişim ve yeniliğe uyum sağlamak veya bunlara öncülük etmek; sabitlere uygun olma koşuluyla bizzat bu sabitelerin ön gördüğü, gerçekleştirmek istediği bir gerçekliktir. İslâmi zihniyetin temel belirleyici unsuru, onun değişmez sabitlere sahip oluşudur. Onun, değiştirildiğinde, zihniyeti İslâmilikten çıkaracak sabitleri vardır. Modern dünyanın hakim kültürü olan Batı uygarlığının etkisinde kalan Batının sosyal bilimlerdeki üstünlüğü karşısında içine düştüğü kompleksle karşı koyma refleksini kaybeden günümüz teolog ve entelektüelleri, var olabilmek için sabitelerden bazılarını sosyal bilimlerin, bilimsel bilginin ve modern aklın kabullerine uydurmaya çalışmaktadırlar. Oysaki bu sabitelerden birisinin dahi değiştirilmesi zihniyeti İslâmi olmaktan çıkarır. Zihniyeti İslâmî olmayanın uygulamaları da İslâmî olmaz.
Tahaccür/taşlaşmış kafalılardan onur ve erdem beklenmez. İnsanlığın hayrına ve menfaatine olan bir şeyi gerçekleştirmek için öncelikli olarak onların zihinlerindeki ideolojik mayınları temizlemek gerekir. Zihinlerini ideolojik mayınlarla kirletmiş olanlardan inkârcılık, ayrımcılık ve kavmiyetçilikten gayrisi beklenmez. Pratik hayattaki inkârcılığı, ayrımcılığı ve kavmiyetçiliği besleyen zihinlerdeki ideolojik mayınlardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.