Mesele Milletimiz ise gerisi teferruattır...
Özellikle Osmanlı'nın son dönemleriyle alakalı olarak, savaş meydanlarında kazandığımız ama anlaşma masalarında sürekli olarak kaybettiğimizle alakalı bir kanaat vardır. Bu tartışılabilir bir konudur, çünkü sahada kazanmayı bilen masada kaybetse de, eninde sonunda iş gene sahaya düşeceği için kaybetme riskinin olmadığını düşünebiliriz.
Ülkemizde hakimiyetlerini sürdürme derdinde olan bir kesimin, bazı mevki ve makamlara gelebilmeyi, 'kazanmak' ya da 'ele geçirmek'; oralarda gerçekleşen nöbet devir teslimlerini de, 'kaybetmek' ya da 'elden kaçırmak' olarak değerlendirdiği, malumdur.
Herkesin tabi olması gereken yazılı kuralları kendi bakış açıları lehine yorumlama konusunda ciddi uzmanlık kesbeden bu kesimin, kaybettikleri hallerde de, birtakım yardımcı unsurlar kullanarak, neticeyi istedikleri yöne doğru çevirmekte başarılı olabildikleri bilinmektedir.
Aktüel örneğimiz katsayı meselesi.
1999'dan beri yüz binlerin mağduriyetine sebep olmuş bu uygulama, nihayet kaldırıldı.
Sağduyu sahibi hemen herkesin memnuniyet duyduğu bu gelişmenin ciddi şekilde rahatsız ettiği bir kesim olduğu ve bunların birtakım yollara başvurarak bu konuda geriye dönüşü sağlamaya çalışacakları, tahmin ediliyor ve bekleniyor.
Katsayı değişikliği sonrası, ilk akla gelen Anayasa Mahkemesi'ne gitmek olsa da, bu konuların 'bir bileni', 'buna gerek olmadığını, konunun Danıştay tarafından halledilebileceğini' açıkladı.
Bilindiği gibi Danıştay, katsayı mağdurlarının yaptığı bir başvuruyu, 'konunun kendisini ilgilendirmediği' gerekçesiyle geri çevirmişti.
Ancak, Danıştay'ı ve bu kurumun çalışma tarzını iyi bilenler, katsayı ile ilgili bir müracaat vaki olduğunda, bu kurumun katsayı gelişmesini iptal etmekte tereddüt bile etmeyeceğini söylüyorlar.
Hoşumuza gitmese de, bunun aynen böyle olduğunu hepimiz biliyoruz.
O zaman, 1999'dan beri evlatlarının göz göre göre mağduriyetlerine şahit olmuş ve bütün bu sıkıntıları onlarla beraber yaşamış insanımızın aynı acıları tekrar yaşamaması ve bir taşla birkaç kuş vurma derdinde olanların arzu ettiklerine kavuşamamaları için bir tedbir gerek...
Milletimizin mağduriyet konularının başında gelen hususların başlıcalarının çözümünün Anayasa değişikliklerinde olduğu ve bu yapılmadığı sürece, uygulamayı kendi bildikleri yönde yapmayı tercih edenlerin önlerinin kesilemeyeceği görüşünün haklı tarafları vardır, şüphesiz.
Ancak mesela Anayasa'da sadece birkaç paragraflık yeri olan, neler yapacağı ve bunları nasıl yapacağı konusu kanunlarla belirlenmiş kurumların zapt u rapt altına alınmasının yolu, belli ki bu kurumlarla ilgili kanunlarda değişiklik yapılmasından geçer.
Ve kanun değiştirmek, Anayasa değiştirmek kadar zor ve çetrefilli değildir.
Değiştirilen kanunun Anayasa Mahkemesi tarafından iptali ihtimali her zaman vardır ve işte tam bu da 'masada kazanabilmek'le alakalı bir husustur.
Anayasa Mahkemesi'nin iptal edemeyeceği şekilde kanun hazırlayabilmenin bir yolu elbette vardır.
Uygulanamıyor olsa da, YÖK Kanunu ek 17. Madde bu hususta ciddi bir örnektir.
Malum, 'Bu kanunu iptal edelim, yoksa üniversitedeki başörtülülere ağzımızı bile açamayız' şeklindeki yırtınmalara rağmen AYM, bu kanunu iptal edememişti...
Kaldı ki, yasamada hakim konumda ve yürütmenin de zaten kendisi iseniz, birilerin sürekli olarak önünüzü kesebiliyor oluşunun, izahı yoktur.
Bu, ya oyunu kurallarına göre oynama hususunda bir zaafiyetiniz olduğu ya da işin içinde başka şeyler olduğu manasına gelir...
Birileri nasıl: "Mesele ideolojimiz ise gerisi teferruattır' diyebiliyorsa, işbaşında bulunanlar da: "Mesele Milletimiz ise gerisi teferruattır' demeyi bilmelidir!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.