Muhammed Mimi Efendi’nin hikayesi

Muhammed Mimi Efendi’nin hikayesi

Allah dostları..
Bir başka ifadeyle Mevla Teala’nın sevgili kulları..
Kimine Türkmenistan’da rastlarsınız.. Kimine Makedonya’da..
Kimine Açe’de.. Kimine Kazan’da..
Kimine Irak’ta, Suriye’de, Ürdün’de..
Kimine Bursa’da, Eskişehir’de, Kayseri’de..
Kimine Bitlis’te, Siirt’te.. Kimine Diyarbakır’da, Mardin’de..
Ya da Hatay’da, Kastamonu’da, Bolu’da, Konya’da..
Muazzez Peygamberimizin(sav) övdüğü şehir olan aziz İstanbul’da..
Kısacası; Anadolu’nun pek çok bölgesinde.. Dünyanın pek çok köşesinde..
Evet, onlar Halik-i Zülcelal tarafından yeryüzünün pek çok bölgesine serpiştirilmiş mücevherlerdir..
Değerli okuyucularım; bu ifadelerden yola çıkarak heyecanla okuyacağınızı umduğum bir kıssayı sizlerle paylaşmak istiyorum..
Sizlere anlatacağım ibretli olay Osmanlı Devleti’nin adaletli padişahlarından Sultan 3. Murad Han’ın devrinde geçmektedir..
Padişah o gün oldukça telaşlıdır.. Sebebini çözemediği bir durumdan dolayı da gergindir..
Veziriazam Siyavuş Paşa dayanamayıp; “Hünkarım, canınızı sıkan bir şey mi var” diye sorar..
“Akşam garip bir rüya gördüm, hayırdır inşallah!..” der Sultan Murad!.
Ve ekler; “Hayır mı, şer mi öğreneceğiz, hazırlan, dışarı çıkıyoruz!..”
Padişah ve Veziriazam, tebdil-i kıyafet eyleyerek çıkarlar yola..
İkisi de hoca kılığındadırlar..
Seri adımlarla Beyazıt’a çıkarlar.. Oradan Vefa, Zeyrek derken aşağılara doğru inerler.. Unkapanı civarına geldiklerinde, yerde yatan bir ceset görürler ve oradaki ahaliye cesedin kime ait olduğunu sorarlar..
Kalabalıktan bir kişi;
“Aman hocam, sakın bulaşma bu cesede!.. Kırk yıllık komşumuzdur ama ayyaşın biridir” der ve tafsilata devam eder;
“Aslında iyi sanatkârdır.. Azaplar Çarşısı’nda nalıncıdır.. Fakat kazandıklarını içkiye, fuhşiyata harcar.. Şişelerle evine şarap taşır ve nerede bozuk ahlaklı kadın varsa takar peşine, götürür.. Onu kimse camide de görmemiştir.. Sonunda öldü, mahalleli de kurtuldu”..
Daha sonra tüm mahalleli gider.. Koca Padişahla Veziriazam, cesedin başında kalırlar!..
Kısa bir şaşkınlıktan sonra; Sultan Murad, Veziri Siyavuş Paşa’ya dönerek; “Herkes gitti ama biz gidemeyiz.. Şöyle veya böyle bu insan bizim tebamız!.. Defnini tamamlamak gerekir ve bunu biz yapmalıyız” der!..
Siyavuş Paşa; kem-küm etmek istese de, Padişah kararlıdır;
“Önce naaşı kaldıracağız, yıkanmasını, paklanmasını, telkinini, kısacası her şeyini biz yapacağız!.. Hem rüyadaki hikmeti çözemedik daha!..”
“Emredersiniz Sultanım” der Veziriazam!..
Sultan Murad’la Siyavuş Paşa, yüklenirler cesedi, gelirler Fatih Camii’ne!.
Vezir, kefen ve tabut bulur.. Padişah ise kazanı kaynatır.. Cesedi bir güzel yıkarlar.. Naaş yıkandıkça güzelleşir.. Sanki mevtanın alnında bir nur belirir.. Padişahın da, vezirin de kanı ısınmıştır bu adama!..
Meçhul nalıncıyı kefenleyip, ardından da tabuta yerleştirip, musalla taşına yatırırlar.. Ama namaz vaktine daha bir hayli vardır..
Veziriazam Siyavuş Paşa; “Sultanım, sorup soruşturmadan cenazeyi buraya getirdik.. Belki hanımı ve çocukları vardır, keşke biraz araştırsaydık” der!..
“Haklısın” diye cevap verir padişah!. Ardından ekler: “Sen burada bekle, ben şöyle bir dolanayım!..”
Sultan Murad Han, bu garip maceranın başladığı noktaya gider, yeniden araştırıp nalıncının evini bulur.. Kapıyı yaşlı bir kadın açar.. Hoca kılığındaki cihan padişahından hadiseyi metanetle dinler.. Enteresandır, yaşlı kadın şaşırmamıştır ve sanki bu vefatı bekler gibidir..
Ve ardından söz sırası kadındadır:
“Hakkını helal et evladım.. Belli ki çok yorulmuşsun.. Bizim efendi bir âlemdi, vesselam!.. Akşamlara kadar nalın yapardı... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; hemen satın alırdı.. Sonra da getirip helaya dökerdi..
‘Niye böyle yapıyorsun’ diye sorduğumda;
‘Ümmeti Muhammed, içip günaha girmesin diye’ derdi..
Sonra, malum kadınların ücretlerini öder, üstelik onları eve getirirdi..
‘Ben şimdi sizin zamanınızı satın aldım.. Öyleyse şimdi de sizin dinlemeniz gerek’ derdi kadınlara!.. Sonra da çeker giderdi.. Ben kadınlara menkıbeler anlatırdım.. Mızraklı İlmihal, Hücceti İslam, okurdum... Tabii ahali bunları bilmezdi ve efendime olmadık iftiralar atarlardı.. Ama milletin ne düşündüğü onun umurunda bile değildi..
Sonra, o hep uzak mescitlere giderdi.. ‘Öyle bir imamın arkasında namaza durmalıyım ki, tekbir alırken Kabe’yi görmeliyim’ derdi..
Bir gün; ‘Bak efendi, sen böyle şeyler yapıyorsun ama komşular seni kötü belleyecek ve korkarım cenazen ortada kalacak’ dedim; ‘Haklısın hanım, kimseye zahmet vermemeliyim’ dedi ve mezarını bahçeye kendi kazdı..
Ama ben yine üsteledim;
‘İş mezarla bitiyor mu?.. Seni kim yıkar?.. Namazını kim kıldırır?..’ ”
O ana kadar ihtiyar kadını soluksuz dinleyen Osmanlı Devleti’nin kudretli Padişahı 3. Murad heyecanla sordu;
“Peki ne dedi o zaman?..”
Önce uzun uzun güldü.. Sonra da dedi ki;
“Allah büyüktür be hatun!.. Sıkma canını!.. Tasalanma!.. Padişahın işi ne ki?.. Gelir o yıkar!.. Defnimi de o yapar!..”
Evet kıymetli dostlarım, hikaye böyle..
Peki kimdir bu kendisini yıkayacak ve defnedecek olanı dahi keşfeden keramet ehli insan?..
İstanbul’un eski muhitlerinden Cibali’de medfun bulunan ve “Nalıncı Baba” olarak da anılan bir evliyadır..
Künyesi; Bergamalı Muhammed Mimi Efendi’dir..
1592 yılında vefat etti.. Türbesi Unkapanı’nda.. Şimdilerde Kadir Has Üniversitesi olan eski Cibali Tütün Fabrikası’nın arkasında, Haraçzade Camii karşısındadır..
Cennetmekan Padişah Sultan Murad, menkıbede belirtildiği gibi defin işlerini bizzat yaparak o mübarek zatı evinin bahçesine defnetmiştir..
Kabrinin üzerine de bir kubbe ve önüne bir çeşme koydurmuştur..
Muhammed Mimi Efendi, İstanbul’da medfun bulunan sayıları bilinmez nice evliyadan sadece biridir..
Muhammed Mimi Dede’nin ve tüm Allah dostlarının ruhlarına Fatiha..
¥
TEBRİK: Büyük Birlik Partisi YİK Başkan Yardımcısı ve MÜSİAD Kurumsal İlişkiler Yönetim Kurulu Üyesi Nihat Eren kardeşim, 1 Ağustos 2009 Cumartesi günü kızı Zeynep’i evlendirmenin mutluluğunu yaşadı..
Bu münasebetle Karagöz ve Eren ailelerini tebrik ediyor, Zeynep ve Hakan’a ömür boyu mutluluklar diliyorum..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi