Kimin malını kime özelleştirme?
İşgalci Siyonist yönetim bu sıralarda Filistin’den Filistinlinin izini silmek için yoğun bir çalışma yürütüyor. Fetih lideri Abbas bütün dikkatleri Beytlaham’da işgalin kucağında düzenlenen örgüt kongresinin üzerine çekmeye çalışırken Siyonist yönetim bu fırsatı Yahudileştirme faaliyetlerini hızlandırmak amacıyla değerlendiriyor. Güya “direniş haklarını saklı tuttuğu” iddiasıyla insanları yanıltmaya çalışırken işgalciyi rahatsız edecek tek kelime sarf etmekten çekinen ve Filistin direnişini hedefine yerleştiren Abbas’ın gündeminde, toprakları gasp edilen mültecilerin yurda dönüş hakları hiç yoktu.
Bütün bu gelişmelerin olduğu ortamda işgalci Siyonistler, “özelleştirme” başlığı altında yeni bir kanun çıkardılar. Tahmin ediyoruz burada kavram oyunu sebebiyle birçokları konuya serbest piyasa ekonomisinin güçlendirilmesi mantığıyla yaklaşmış ve normal karşılamışlardır. Zaten Siyonist işgalciler toprakları işgalde resmî terörü, askerî şiddeti kullanırken zihinleri işgalde de böyle kavram oyunlarından ve yalanlardan istifade ediyorlar. Askerî şiddet ve vahşette herhangi bir sınır tanımadıkları gibi yalan üretmede de sınır tanımazlar. Bu yüzden şimdiye kadar emirlerindeki medya organları vasıtasıyla zihinlere çok sayıda yalan yerleştirdiler. Filistin’de direnişçi kardeşlerimiz topraklarını işgalden kurtarmak için çaba harcarken biz de zihinleri işgalcilerin yaydığı yalanlardan ayıklamak için uğraşmak zorunda kalıyoruz.
İşgalci Başbakan Netanyahu söz konusu kanunu çıkarmak için uzun süredir yoğun çaba harcıyordu. Sonunda birtakım pazarlıklarla, baskılarla ve oyunlarla başardı ve Knesset adı verilen İsrail Parlamentosu’ndan kanunun geçmesini sağladı.
Kanun, 1948 işgali esnasında göçe zorlanan Filistinlilerin geride bıraktığı gayrimenkulleriyle ilgili. Bunların Yahudi göçmenlerin özel mülkiyetlerine geçirilmesine izin veriyor. İşte “özelleştirme” dedikleri bu. Yani göçe zorlanan ve yurduna dönmesi engellenen Filistinli mültecinin evinin ve arazisinin dışarıdan getirtilen Yahudi göçmene özel mülk olarak satılabilmesine imkân tanıyor.
1948’de Yahudi terör örgütlerinin aralarında ittifak sağlayıp “İsrail” adında bir devlet ilan etmeleri aşamasında, bu örgütlerin tahakkümüne verilen bölgedeki Filistinlilerin önemli bir kısmı öldürme tehdidiyle göçe zorlandı ve 750-800 bin civarında Filistinli yurdundan çıkıp civardaki mülteci kamplarına yerleşti.
Sonra kurulan terör devleti, göçe zorlanan Filistinlilerin geride kalan mülklerine el koymak amacıyla “Sahipsiz Mülkler Kanunu” adında bir kanun çıkardı. Bu kanunla gasp ettiği arazilere “devlet arazisi” sıfatı verdi. Oysa buralar sahipsiz değildi. Sahipleri vardı ve hâlen de var.
Söz konusu kanunla gasp edilen araziler Filistin topraklarına dışarıdan getirtilen Yahudi göçmenlere kalıcı olarak satılmıyor, icar yoluyla kullanmalarına imkân tanınıyordu. Netanyahu’nun yapmak istediği ise bu arazilerin artık o göçmenlere kalıcı olarak verilmesi. İşte buna da “özelleştirme” deniyor.
Kanunla birlikte gündeme gelen bilgilere göre Filistin’in 1948’de işgal edilmiş bölgesindeki arazilerin % 94’ünü bu nitelikte olanlar oluşturuyor. Bu bilgi her şeyden önce Siyonistin, Filistinlilerin arazilerini sattıkları yalanını ortaya çıkarıyor. Malum olduğu üzere biz yıllardan beri bu iddianın işgalci Siyonistin bir yalanı olduğunu, Filistinlilerin arazilerini satmadıklarını, ölümle tehdit edilmek suretiyle göçe zorlandıklarını anlatmaya çalışıyoruz. Satış yoluyla işgalcilerin mülkiyetlerine geçenlerin önemli bir kısmı da İngiliz işgalciler tarafından konan ağır vergilerin ödenememesi sebebiyle istimlâk yani gasp edilen ve Yahudi göçmenlere peşkeş çekilen arazilerdir.
Netanyahu bu uygulamayla öncelikle Filistinli mültecilerin yurda dönüş haklarının önünü tamamen kesmek ve işgal edilmiş topraklardaki Yahudi nüfusu artırmak istiyor.
Oysa bu arazilerin uluslararası hukuk güvencesi altında olması gerekir. Çünkü uluslararası hukuka ve anlaşmalara göre herhangi bir toprak üzerindeki hâkimiyetin değişmesi oradaki özel mülkiyet haklarını ortadan kaldırmaz. Bu hakların uluslararası hukuk kurumları vasıtasıyla korunması gerekir. Ama ne yazık ki bu haklar Filistinlilere ait olunca uluslararası hukuk tamamen kâğıt üstünde yazıdan ibaret kalıyor ve hiçbir hareketlilik olmuyor.
Biz Türkiye’deki hukuk kurumlarına bu haksızlığa karşı harekete geçmelerini, en azından uluslararası hukuk kurumlarının ayıbını ve ihmalini gün yüzüne çıkarmalarını öneriyoruz. Belki böyle bir girişim söz konusu kurumları da harekete geçmeye zorlayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.