Biliyorum arkamdan gelecek bu şehir

Biliyorum arkamdan gelecek bu şehir

Kahire'deyim. Kalabalık... Gizlenmek için gelmedim ve fakat bir gün yaşadığım şehirde gizlenebilme olanağı kalmadığında, yeniden Kahire'ye dönebilirim diye düşünüyorum.

Sakkara'nın sarı kumları, kimseciklere sezdirmeden, ses seda çıkarmadan uzunca bir yol teptikten sonra şehrin sokaklarına yılışıyor. Saçlarımızda gezdiriyor narin, zarif parmaklarını. Sakkara'nın ipince, sapsarı örtüsü her sabah şehrin üzerine seriliyor böylece. Nil'i omuzlarından dolayıp, göğüslerinden aşağıya doğru sarkıtıyor şehir. Böylesi daha alımlı, böylesi daha incelikli, böylesi daha şiirsel...

Kalabalık... Birden yanıbaşımda yükselen duvarlara dikkat kesiliyorum. Bir şehri duvarlarından okumak mümkündür. Hatta bir şehrin en çıplak halini duvarlarından okumak mümkündür. Duvarlar uzuyor. Duvarların arkasında ölüm var, beşik var, küf kokusu var, bayat ekmek kokusu var, kireç kokusu var. Bu duvarın arkasında bunca şey nasıl yan yana gelir diyorum kendi kendime. Geliyor işte. Yüz binlerce insan barınacak yer bulamadığından "ölüler şehri" denilen yerde yaşıyor.

Emeviler'den kalma mezarlıklarda, iki kerpiçten duvar örmüş yoksullar mezar taşlarını sırtlarına dayanak yapıp, çamaşırlarını mezarların üzerinde kurutarak yaşıyorlar. Aklım darmadağın. Firavunlar, yaşamlarını hatırlatacak ne varsa piramitlere yığmışlar. ölüm bu topraklarda, yaşamdan daha anlamlı ve çok daha gerçek bir duygu dünyasına karşılık geliyor. ölümün sükunetine biran önce ulaşabilmek için, yaşam denilen karmaşık kurguyu atlamak çabasındalar belki de.

ölüler şehri uzuyor. Bu şehir arkandan gelecektir diyor şarkıda. Biliyorum. Arkamı döner dönmez benimle beraber gelecek. Dönüp dolaşıp, bu şehre döneceksin / döneceksin bu şehre sonunda / başka bir şey umma... İç içe geçmiş şehirler var Kahire'de. Yoksulluğun şehri, ölümün şehri, egzotik renklerin şehri, Nil'in şehri, başıboş adamların şehri.

Binlerce yıl öncesinin şehri ve bugünün şehri. Hiçbiri gitmemiş ve burada bekliyor. Zaman geçmiş ve fakat onlar inatla gitmemişler. Kalabalık bundan, gürültü bundan, trafik bundan. Bundan her şey. Tanrım diye sayıklıyorum. Tanrım bir şehrin bu kadar çok yüzü nasıl olabilir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi