“Ucuz cennet”in tüccarları (1)
Uzak iklimlere meyilli kuşlar kafilesi gibi hayatın etrafında döne döne yorulduk. Biz cihadı bıraktığımız gün vurulduk. Anneler besmelesiz çocuklar sundu çağa. Cihad’sız ümmet düştü ayağa. Aramadık cenneti cihad ağacının yapraklarında. Erdem yosun tuttu taş yüreklerin çatlaklarında.
Cennet ülkesine yürüyen çocukların, dalından koparılan goncaların kokusunu duymayan hokkabazlar “ucuz cennet” tüccarlığına soyundular. İnsanların çoğunda bir yanlış kanı; ufak tefek bazı hayırlar yapılır, kolay tarafından bazı ibadetler de usulen yerine getirilirse ve çok kötü işler yapılmaz, günahlar da alışkanlık haline getirilmezse insanlar cennete girerler. Çünkü bu kanı sahiplerince sadece çok şerli, kötü ve lanetlik insanlar cehenneme girerler. Bu anlayışa göre insanlar için cennete girmek normal, cehenneme girmek ise istisnai bir durumdur. Halbuki bu, tamamen sapkın bir düşünce ve büyük bir yanılgıdır; çünkü gerçek bunun tam tersidir. Cennete ancak müstesna insanlar girecekler, cehenneme ise insanların çoğu girecektir! Çünkü Kur’an’a göre cennete girmek çok büyük bir başarı ve çok büyük kurtuluştur. İnsanların pek azının ancak bu büyük başarıyı göstereceği ve bu büyük kurtuluşa ereceği ayetlerde de hadislerde de kesin ifadelerle bildirilmektedir. Bu arada hemen şunu ifade etmek gerekiyor; çünkü çok önemlidir: Bu ifade ettiğimiz gerçek karşısında bir insanın hemen yılgınlığa ve umutsuzluğa kapılarak, “Öyle ise âlimlerden, şeyhlerden, müftülerden, vaizlerden, imamlardan ve ünlü dini kişilerden bana sıra gelmez; onlarla yarışamayacağıma göre bu benim başarabileceğim bir şey değil” şeklindeki yanlış bir kanaate kesinlikle varmaması gerekir. Bilinmelidir ki bütün insanların, cenneti kazanma imkânı, fırsatı ve güçlüğü eşittir. Yani bir meyhanede garsonluk yapan bir kişi ile bir camide imamlık yapan kişinin cenneti kazanabilme zorluğu, fırsatı eşittir. Hatta bir evliyanın cehenneme düşme tehlikesi de her an bir şekilde yarıştan elenebilecek bir maratoncu gibidir. Bütün mesele; Allah’tan korkmak ve rızasını kazanmak için azmetmekten ibarettir. Bunun için herhangi bir kişinin hayatının herhangi bir anında Rabbine yönelmeye niyet edip karar vermesi ve gereğini yerine getirmeye azmetmesi yeterlidir. Mutlak adalet sahibi olan Allah, cehennemden kurtuluş ve cennete girme başarısını kimileri için kolay, kimileri için zor yapmış değildir. İsterse insan hiç Allah adının bilinmediği, anılmadığı bir toplumda yaşasın, isterse Mekke’de yaşasın bu güçlük ve imkânın eşitliği değişmez. Mesela, hiç peygamber ve kitaptan haberi olmayan bir insan, Allah’ın varlığını ve birliğini düşünerek idrak etse, bu onun kurtuluşu için yeter. Ancak bir sahâbe, bir tek konuda Peygamber’e (sav) itiraz etse ve sonunda tövbe etmese kurtuluşa eremez. Yine bunun gibi, bir din alimi az bir şirk ve az bir nifaktan tepetakla gidebilir. Bu hususun altını çizdikten sonra, cennete girmenin sıradan bir başarı, cehennemden kurtulmanın ise hiç kolay bir iş olmadığı gerçeğini bilmek gerekir.
Cennet bedel ister. Cennet yolu dikenlidir. Zahmetini çeken Rahmete gark olur, ebedi saadeti kazanır. Diğer yol ise batıl olan yoldur. Kolay ama sonucu korkunçtur. O yüzden bizim çektiğimiz çileler bize tat verir. Canımızı dünyaya değil, cennet karşılığı Allah’a taa Elest bezminde satmışız. Bu yüzdendir ki candan geçeriz ama davadan vazgeçmeyiz. Ataullah İskender’in Hikemi Ataiyye’sinden bir levha: “Melal içindesin. Yoksul olduğunu düşünüyorsun. Ne ki senden alınmıştır o senin hayrınadır. İçindeki yoksulluğu hissediyor musun? Asıl yoksulluk içimizde. Ölüme ağlama. Kalbe bak. Hata ve isyan ile pişman, ibadet ve taat ile neşveli değilsen sen zaten ölüsün. Ne ki nefsine ağır geliyor, onu yap. Kaldırdığın ağırlık miktarınca sana ferah verecektir. Kederle dolusun. Merak ve endişe içindesin. Demek ki hakikati göremiyorsun. Karamsarlığın kaynağı ışıktan uzak durmaktır. Gayret atına bin, himmet dile ve ümit et. Bidayeti parlak olanın nihayeti de parlaktır. Gönül eri garip olmaz.” Bunun için diyoruz ki; yalanın oynak zemininde düşüyor bütün kâğıttan kaleler. Yeni bir medeniyeti kuruyorlar cihadı kuşanmış yürekler. İşte cihadı kuşanmış yüreklere barikat olanlar, “ucuz cennet”in tüccarlarıdır.
Müslüman bedenini Allah ve Resulünden öğrendikleriyle terbiye edendir. Müslüman malını ve canını Cennet karşılığında Allah’a satan kişidir. Allahû Teâla buyuruyor: “Allah, mü’minlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat’ta da, İncil’de de, Kur’ân’da da Allah’ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah’dan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur.” (Tevbe Sûresi/11) Önemli müşteriler alışveriş edecekleri kişileri seçerler. Her müşterinin herkesle alışverişi olmaz. Her dükkâna girmezler. Peki ya “müşteri” Allah ise? İyi haber: Allah “müşteri” olduğunu söylüyor. Ama sadece “müminlere...” “Muhakkak ki, Allah müşteridir müminlere...” Allah, mü’minlerde satın almaya değer bir şeyler olduğunu söylüyor. Her satıcı herkese satış yapmaz. Önemli satıcılar da müşterilerini seçerler. Her gelene muhatap olmazlar. Peki ya, mü’minler “satıcı”ysa, kimi kendilerine müşteri kabul ederler? Sadece Allah’adır mü’minlerin satışları... Allah müminleri satıcı olarak tarif ediyor. “Muhakkak ki Allah mü’minlerden satın almak ister...” Müşterin Allah ise, sen de satıcı isen, müşterinden saklayacağın mal olur mu? Allah’a satmayıp da başkasına ayıracağın bir ürünün olur mu? En iyi kârı O verecekse, sattığın her şeyi alabilecekse, tezgâhına neyin varsa koyarsın değil mi? Neyin varsa. “Benim...” dediğin her şeye karşılık sana daha fazlasını, daha kalıcısını, daha güzelini verecekse “Müşteri”, tezgâhın üzerine koyarsın her şeyini, değil mi? Tezgâhın berisinde bir şey bırakmayıncaya kadar yığarsın elindekileri. Ta ki yalnızca sen kalırsın tezgâhın berisinde. Satılanlardan geriye sadece “satıcı” kalır. Bir sen varsın satılmayan. Kendini niye satmayasın O’na? “Benim...” dediklerinden önce “Ben” dediğini de koymalısın tezgâha. Zaten öyle diyor O “Müşteri”: “Allah satın almak ister mü’minlerden nefislerini ve mallarını...” Nefis: “Ben” diye/bildiğimiz. Mal: “Benim” diye/bildiğimiz. Yani, “Ben” diye bildiğimizi de “Benim” diyebildiklerimizi de O’na satıyoruz. “Ben” diye bildiğimi satacağım müşteri bana “Ben”den fazlasını vermeli ki alışverişim kârlı olsun. “Benim” dediklerimi sattığım müşteri bana “benim” dediklerimden daha çoğunu vermeli ki, sattığıma değsin. Zaten, “Müşteri”m de, “...cennet karşılığı” istiyor “ben”i ve “benim” dediklerimi... O halde, cennet, “ben”i “ben”den çok eden yerdir. Demek ki, cennet “benim” diyebildiklerimin “benim...” diyebildiklerimden çok olduğu yerdir. O ucuz değildir. Onu kazanmak için canımızı ve malımızı vermemiz gerekiyor. Cenneti ucuz gibi gösterenler, Allah’ın rızasını kaybetmiş ucuzlardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.