Laikliğin Türk müziğiyle mücadelesi

Laikliğin Türk müziğiyle mücadelesi

Bilindiği gibi, laiklik tartışmalarının tek cephesi, Müslüman kadının örtüsü değildir. Türk müziğinin yok edilmesi faaliyetleri de geçmişte laikliğe dayandırılıyordu. Tıpkı tesettür mevzuunda olduğu gibi, bu mevzuda da sistemli bir tahrip kampanyası yürütüldü. Ve sonunda Türk müziği, can çekişe can çekişe, kafası taşlarla ezile ezile, öldürüldü.

Bazılarına garip gelebilir, "Musikî dâvâsının laiklikle ne ilgisi var, karalama yapıyorsun" gibi itirazlar yükselebilir. Haklısınız, ilk bakışta, laikliğin tesettürle daha dolaysız bir ilgisi varmış gibi görünür; hattâ "laiklikle en az ilişkili olabilecek bir şey varsa o da musikîdir" diye düşünülebilir. Fakat kazın ayağı pek öyle değildir. Laiklik, Türk müziğiyle, çok daha sistemli ve kararlılıkla mücadele etmiştir; Türk kadınıyla mücadele bunun ardından gelmiştir.

TüRK MüZİĞİNİN CAN DüŞMANI: ZİYA GöKALP
Türk müziğinin laikliğin en büyük engellerinden biri olduğunu ilk farkeden, şu meşhur Türkçü mütefekkir, Ziya Gökalp'ti. Türk müziği, tasavvuf cereyanlarının içinde gelişmiş, özellikle Mevlevihaneler'de pişmişti. Büyük Türk musikişinaslarının hemen hepsi, tasavvuf erbabı olmanın yanı sıra, Kur'an hafızı idiler. İslâmî ilimlerde doğru yolu tutmuş olmayanın Türk müziğinde söz sahibi olacağına inanılmıyor, makamların ve perdelerin bilgisinin, ilahi sanatlardan bir şube olduğu düşünülüyordu. Toplumda müzikle uğraşanların hemen hepsi, "molla" derecesinde alim ve "dede" rütbesinde derviş idiler. Bu bakımdan Türk musikisi, Türk olmayan Türkçü Ziya Gökalp'in "kanına dokunuyordu."

Ziya Gökalp, "Türkçülüğün Esasları"nda, Türk müziğine ilan-ı harp etti. Onu "Arap, Acem ve Bizans kırması, iptidaî ve mürtecî müzik" olarak damgaladı. Hatta daha ileri gidip, Türk halk müziğini de yeterince "Türk" bulmadı ve Batılı ses sistemiyle armonize edilip çok sesli hale getirilmesini istedi. Böylece musikide laikliğin teorik temeli atılmış oluyordu. Bu temel, "İslâm Medeniyeti'nden ayrılalım, Batı medeniyetine geçelim" görüşünü savunan ve bunu da "Türkçülüğün Esası" kabul eden sığ bir anlayıştan doğmuştu. Buna göre, Klasik Türk Musıkisi komple yok edilecek ve halk türküleri Batılı usullere göre özünden saptırılacaktı.

MüZİK DEVRİMİ KRONOLOJİSİ
Ziya Gökalp, Cumhuriyet'in ilanının ardından en önemli ilham kaynağı oldu. Onun gösterdiği yolda, İslâm Medeniyeti'nden ayrılıp Batı medeniyetine geçmek üzere, derhal musikiye el atıldı.

1924'te Müzikayı Hümayun, İstanbul'dan Ankara'ya taşıtıldı ve adı "Riyaseticumhur Musiki Heyeti" olarak değiştirildi. Aynı yıl, yine Ankara'da, Zeki üngör, çok sesli Batı müziğini öğretmek üzere, bir Musıkî Muallim Mektebi açtı; ve istidad gördüğü birçok talebeyi, tahsillerini tamamlamak üzere, Batı'ya gönderdi. "Batıda tahsil görecek yeni Türk gençleri", genç Cumhuriyet'in en mühim dayanakları olacaklardı.

1926'da, tepeden inme bir kararla, Türkiye'de bütün mekteplerde, Türk müziği eğitiminin verilmesi yasaklandı ve yerine Batı müziği dersleri koyuldu. Aynı yıl, ayakta kalan tek Türk musikîsi mektebi olan ve Türk müziğine çok önemli katkılar yapmış bulunan "Dârülelhan" lağvedildi ve yerine “İstanbul Belediye Konservatuvarı” kurularak Batı müziği eğitimine başlandı.

Yine, halk müziğimize el atılması ve onların Batılı usullerce seslendirilmesi bu sırada oldu. Mehteran bölüğü de kaldırılıp, yerine Anadolu'nun her köşesinde laikliği seslendirecek olan "belediye bandoları" kuruldu. (Aslında bugün, belediyelerin "Mehter Takımı" kurması ve resmi törenlerde çalması, devrim kanunlarına muhalefet ve laikliğe aykırıdır; onların yerine belediye bandoları çalınmaktadır.)

1928'den itibaren, harf inkılâbı ile beraber, "müzik devrimi", bizzat Riyaseticumhur makamına bağlı olarak tatbike koyulmaya başlandı. Sarayburnu'ndaki bir nutukta, artık bu musikinin Türk'ün münkeşif ruh ve hissiyatını tatmine kâfi gelmeyeceği resmen ilan edildi. 1930'da bir Alman muhabirine verilen beyanatta, Türk musikisi hakkında, "Bunlar hep Bizans'tan kalma şeylerdir" şeklinde konuşuldu.

çoksesli Batı müziği, Bizans'tan kalma müziğin asıl mirasçısı olmasına rağmen, "Yeni Türk sosyetesinin müziği" ilan edildi ve yaygınlaştırılmasına uğraşıldı. 1 Kasım 1934'te, TBMM'nin yeni yasama yılının açılışında, Cumhurbaşkanı'nın yaptığı bir konuşma ile, Türk müziği çalınıp söylenmesi, bütün resmi ve gayriresmi kurumlarda yasaklandı; Türk müziği çalıp söyleyenler, büyük bir baskıya uğradı, kovuşturuldu ve işsiz kaldı. Yasak 2 yıl boyunca tam bir kararlılıkla uygulandı.

1936'da, Türk müziğine yeni bir yön verme görevi, Nazi Almanya'sından kaçmış bulunan Paul Hindemith'e tevdi edildi ve bundan sonra Türk müziği ondan soruldu. Bu dönem, aynı zamanda, Almanya'dan kaçan Yahudi profesörlerinin öncülüğünde üniversite reformunun yapıldığı ve bugünkü "yasakçı" profesörlerin hamurunun karıldığı bir dönem oldu.

Böylece, Türk müziği de, İslâm medeniyetinin müziği olmaktan çıkıp, Batılılaşmanın müziği olmaya başlayacak, halk ise bundan hiç hoşnut olmayıp Arap radyolarına ve "arabesk" seslere yönelecekti. Ziya Gökalp'in müzik devriminin en önemli ürünü gösterilen Fazıl Say, "okullarda müzik derslerini kaldıracaklar" diye, hükümeti Batı'ya şikâyet ededursun... 1950'lere kadar Türk müziği okullara girmedi, meyhane ve gazinolara takıldı ve 50'lerde serbest bırakıldıktan sonra da bir daha doğduğu mevlevihaneleri bulamadı.

Müzik devrimi, çok hayret vericidir ki, Batılılaşma hamlesinin kadın devrimine paralel bir gelişme seyri gösterdi!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi