Bekle gülüm yaz gele…
Arabanızın kontak anahtarını çevirdiniz…
Motor çalışmadı… Duyduğunuz sadece birkaç tık sesinden ibaretse marş basmıyor demektir…
Ekonomideki vaziyet de böyle biraz…
Tıklama var ama motor çalışmıyor…
Bu gibi durumlarda genellikle Merkez Bankaları piyasadaki parayı çoğaltıp faizi indirirler… Maliye de gevşek bir politikaya döner, geçici vergi indirimleri uygular… Hükümetler ise bütçenin açık vermesini göze alıp kamu harcamalarını artırırlar…
Mesela, hükümetin geçici ÖTV indirimlerini boşalan aküye verilen elektrik gibi düşünürsek, artan harcamaların iç talebi canlandıracağı yani marş motorunun ekonomiyi çalıştıracağı hesap edilir…
Son günlerde medyatik ekonomistlerin reklamlara çıkıp bakkal veya simitçi rolünde boy göstermelerinin sebebi de budur…
Gönüllü marş motoru olmaya çalışıyorlar… İç talebin canlandırılması için harcamak gerektiğini anlatıyorlar…
İç talep canlandığında ekonomi çalışmaya başlayacak, üretim sektörleri harekete geçecek, ara mamul ithalatı hızlanacak, şirketlere iş gücü gerektiğinden işsizlik azalmaya başlayacak, refah artmaya, devlet de fazla vergi toplamaya, kredi piyasası açılmaya, konut, araç, emlak ve emtia satışları hızlanmaya başlayacaktır…
En azından düşünce budur…
Çünkü Türkiye’deki kriz lobisi geçen bir yıl içinde öyle bir yaygara kopardı ki; millet parasını bankalara yatırıp dokunmaya korkar hale geldi…
Faizler yüzde 8’lere, inmiş olmasına rağmen bankalardaki mevduat hesapları buzlukta tutulmuş gibi hâlâ çözülmeden bekliyor…
Siyasi gündemdeki toz duman, Kürt açılımının sonuçlarına dair belirsizlik bu tedirginliği daha da artırıyor…
Eylül ayına girerken ekonomideki genel vaziyet ortadadır…
Merkez Bankası gelecek üç yıl için faizleri düşük tutacağını örtülü olarak taahhüt etti… Hükümetin açıkladığı geniş teşvik ve canlandırma paketlerinin sonuçları henüz büyük oranda sokağa inemedi… Mesela işsizliği kısmen kırmak üzere devlette geçici istihdam gibi hayati meseleler hakkında henüz bir gelişme yaşanmadı…
Malumunuz ekonomi, kriz öncesinde aşırı şekilde finanslaşmıştı… Yani borsalar ve finans piyasalarından gelen verilere göre vaziyetin iyi olup olmadığı hesaplanıyordu…
Bu kriz, bizzat finans piyasalarından türediğinden bütün dünya, reel- gerçek ekonominin yani üretimin kıymetini bir kez daha anladı…
Ekonomiyi çalıştıran asıl etkenin borsa veya finans piyasalarından ziyade üretim olduğu kafalara dank etti…
Kısaca “üretim eşittir refah” düsturu yeniden hatırlandı…
Şimdi memlekette döviz bol görünüyor ve kur düşük seyrediyor… Fakat üretime kredi verilmiyor çünkü bankalar hazine kâğıtlarına yüklenmiş durumdalar…
Hazine kâğıtlarının faizleri son otuz yıldan beri ilk kez tek haneli rakamlara inmiş olduğundan finans piyasalarının keyfine diyecek yok…
Borsa coşmuş ve rekorlar kırıyor…
Fakat…
Ekonominin reel tarafında farklı bir durum yaşanıyor…
Üretim hâlâ geriliyor… Kapasiteler atıl vaziyette bekliyor… Üretici olmak deli cesareti gerektirdiğinden üretimden, ithalata geçenlerin sayısı ise her geçen gün artıyor…
Sokaklarda üç milyondan fazla işsiz geziyor… Şirketlerde maaşlar tırpanlanmış… Çekler vuruluyor…
Tercihin yine üretimden, finans merkezli ekonomiye doğru kaydırıldığını görmek üzücü aslında…
Bu gidişin sonu işsizlik oranı yüksek, kırılgan ve sorunlu bir ekonomi demektir…
Yani belirsizliktir…
Ekonomide işlerin kendiliğinden düzelmesini siyasetçi bekleyebilir…
Ama sokaktaki işsizler ordusu bir yıl daha bekleyemez…
İşi olmayanın bekleme tercihi yoktur…
Ekonomi yönetimi, tedbirlerin uygulanmasını hızlandırmalı gerekirse yenilerini düşünmelidir…
Aküye ara kablo mu atılır yoksa vurdurma mı yapılır o yönetimin tercihidir…
Neticede reel ekonominin marşı basmıyor…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.